RİSALE-İ NUR FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
RİSALE-İ NUR FORUM

HOŞGELDİNİZ
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yapRİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? I_icon_mini_registerRİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? I_icon_mini_login

 

 RİSALE İ NURDA TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR?

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
saidler
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler


Mesaj Sayısı : 251
Yaş : 64
Nerden : istanbul
Kayıt tarihi : 16/10/08

RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Empty
MesajKonu: RİSALE İ NURDA TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR?   RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Icon_minitimeSalı Ara. 23, 2008 5:47 am

Medar-ı ibret bir mesele:
Vehme maruz, fütura düşen bazı dostlarıma kuvve-i mâneviyeyi teyid edecek yedi emârenin delâletiyle, sırf hizmet-i Kur'ân'a ait bir ikram-ı Rabbânîyi ve bir himayet-i İlâhiyeyi beyan etmeye mecburum ki, o zayıf damarlı bir kısım dostlarımı kurtarayım.
O yedi emârenin dördü, dost iken, sırf birer maksad-ı dünyevî için, şahsıma değil, Kur'ân'a hâdimliğim cihetinde düşman vaziyeti almalarıyla, o maksatlarının aksiyle tokat yediler. O yedi emârenin üçü ise, ciddî dost idiler ve daima da dostturlar. Fakat dostluğun iktiza ettiği merdâne vaziyeti muvakkaten göstermediler, tâ ki ehl-i dünyanın teveccühünü kazanıp birer maksad-ı dünyevî kazansınlar ve başlarından emin olsunlar. Halbuki, o üç dostum, maatteessüf, o maksatlarının aksiyle birer itab gördüler.
Evvelki dört zâhirî dost, sonra düşman vaziyeti gösterenlerin,
Birincisi: Bir müdür, kaç vasıta ile yalvardı, Onuncu Sözden bir nüsha istedi. Ona verdim. O ise, terfi için, dostluğumu bırakıp düşmanlık vaziyeti aldı. Valiye şekvâ ve ihbar suretinde verdi. Hizmet-i Kur'âniyenin bir eser-i ikramı olarak, terfi değil, azledildi.
İkincisi: Diğer bir müdür, dost iken, âmirlerinin hatırı için ve ehl-i dünyanın teveccühünü kazanmak fikriyle, şahsıma değil, hizmetkârlığım cihetinde rakibâne ve düşmanâne vaziyet aldı, kendi maksadının aksiyle tokat yedi. Ümit edilmediği bir meselede iki buçuk seneye mahkûm edildi. Sonra Kur'ân'ın bir hizmetkârından dua istedi. İnşaallah belki kurtulacak; çünkü ona dua edildi.
Üçüncüsü: Bir muallim, dost görünürken, ben de ona dost baktım. Sonra Barla'ya nakledip yerleşmek için düşmanâne bir vaziyeti ihtiyar etti, o maksadının aksiyle tokat yedi. Muallimlikten askerliğe atıldı, Barla'dan uzaklaştırıldı.
Dördüncüsü: Bir muallim, hâfız, hem mütedeyyin gördüğüm için, Kur'ân'ın hizmetinde bana bir dostluk edecek niyetiyle ona samimâne bir dostluk gösterdim. Sonra, o, ehl-i dünyanın teveccühünü kazanmak için, bir memurun birtek kelâmıyla bize karşı çok soğuk ve korkak vaziyeti aldı. Sonra o maksadının aksiyle tokat yedi. Müfettişinden şiddetli bir tekdir yedi ve azledildi.
İşte, bu dört adam düşman vaziyeti almakla böyle tokat yedikleri gibi, üç dostum da, ciddî dostluğun iktiza ettiği merdâne vaziyeti göstermedikleri için, tokat değil, bir nevi ihtar nev'inde aks-i maksatlarıyla ikaz edildiler.
Birincisi: Gayet mühim ve ciddî ve hakikî bir talebem olan bir zât-ı muhterem, mütemadiyen Sözleri yazar, neşrederdi. Müşevveş büyük bir memurun gelmesiyle ve bir hadisenin vukuu ile, yazdığı Sözleri sakladı, muvakkaten istinsahı da terk etti. Tâ ki, ehl-i dünyadan bir zahmet görmesin ve bir sıkıntı çekmesin ve onların şerlerinden emin olsun. Halbuki, o hizmet-i Kur'âniyenin muvakkaten tâtilinden gelen bir eser-i hata olarak, bir sene mütemadiyen bin liraya mahkûmiyet gibi bir belâ gözü önüne konuldu. Ne vakit istinsaha niyet etti ve eski vaziyetine döndü; o dâvâsından tebrie etti, lillâhilhamd beraat kazandı, fakr-ı haliyle beraber bin liradan kurtuldu.
İkincisi: Beş seneden beri mert ve ciddî ve cesur bir dostum, ehl-i dünyanın ve yeni gelen bir âmirin hüsn-ü zannını ve teveccühünü kazanmak için, komşum iken, düşünmeyerek, ihtiyarsız, birkaç ay benimle görüşmedi. Hattâ bayramda ve Ramazan'da uğramadı. Halbuki maksadının aksiyle karye meselesi neticelendi, nüfuzu kırıldı.
Üçüncüsü: Haftada bir iki defa benimle görüşen bir hâfız, imam olmuş, sarık sarmak için iki ay beni terk etti. Hattâ bayramda yanıma gelmedi. Hilâf-ı memul olarak, maksadının aksiyle, yedi sekiz ay imamlık ettiği halde, hilâf-ı âdet bir surette ona sarık bağlattırılmadı.
İşte bu gibi vukuatlar çok var. Fakat bazılarının hatırlarını kırmamak için zikretmiyorum. Bunlar ne kadar zayıf birer emâre ise de, fakat içtimaında bir kuvvet hissedilir. Onunla kanaat gelir ki, şahsıma karşı değil-çünkü nefsimi hiçbir ikrama lâyık görmüyorum-belki hizmet-i Kur'ân noktasında, sırf o cihette bir ikram-ı İlâhî ve bir himâyet-i Rabbâniye altında hizmet ettiğimiz anlaşılıyor. Dostlarım bunu düşünmeli, evhâma kapılmamalı.
Madem hizmetkârlığıma bir ikram-ı İlâhîdir. Ve madem fahre değil, belki şükre sebeptir. Ve madem “Rabbinin nimetini yâd et.” Duhâ Sûresi, 93:11. fermanı var. Bu sırlara binaen, hususî bir surette dostlarıma beyan ediyorum.
Risale-i Nur şakirtlerinin, hüsn-ü hizmetine acele bir mükâfat gördükleri gibi, hizmette kusur edenler dahi tokat yedikleri-Isparta'da olduğu gibi-burada dahi gözümüzle gördük. Pek çok vukuatından yalnız beş-altısını beyan ediyoruz.
Birincisi: Ben, yani Tahsin, birgün, yeni açtığımız bir dükkân meşgalesiyle bana emrolunan vazife-i Nuriyeyi tembellik edip yapamadım. Aynı vakitte şefkatli bir tokat yedim. Dükkânda otururken birisi bana geldi, emanet olarak 100 lira tebdil olmak için bana verdi. Bu paranın sahibine, Allah için bir hizmet yapmak üzere tebdil için maliye sandığına gittim. Bu paraları sayarken, aralarında bir kalp lira bulundu. Bu yüzden ifadeye ve sual ve cevaba ve muâhazeye mâruz kaldığım gibi, evimizi de taharrî etmek icap etti. Beni mahkemeye verdiler. Fakat bu terbiye ve şefkat tokatı olmak cihetiyle, yeni Risale-i Nur kerametini gösterdi, zararsız kurtulduk.
İkincisi: Üstadımıza ve Risale-i Nur'a dört beş sene bazan hizmet eden ve okutturan ve cidden taraftar bulunan bir zat, birden birgün elinde dine ait bir gazeteyle geldi. Risale-i Nur'un mesleğine muhalif bir cereyanın sahiplerine taraftarâne bir tavır gösterdiği zaman, Üstadın canı çok sıkıldı. Bir iki gün sonra şiddetli, fakat şefkatli bir tokat yedi. Bir doktor ona dedi ki: "Eğer ameliyat yaptırmazsan yüzde yüz ölüm var." O da bilmecburiye ameliyat yaptırdı. Fakat şefkat ciheti imdada yetişti, çabuk kurtuldu.
Üçüncüsü: Bir memur, Risale-i Nur'u kemal-i iştiyakla okurdu. Üstadla görüşmeye ve tam ders almaya çok çalışıyordu. Birden bir komiser tarafından ona evham verildi. O da görüşmeyi ve okumayı bırakıp başka bir şehre giderken, birden sebepsiz bir tarzda bir ayağı kırıldı, bir ay çekti. Yine şefkat yâr oldu ki, şimdi tekrar okumaya şevkle başladı.
Dördüncüsü: Ehemmiyetli bir zat Risale-i Nur'u kemal-i takdirle hem okur, hem yazardı.
Birden sebatsızlık gösterdi, şefkatsiz bir tokat yedi. Gayet meftun olduğu refikası vefat eyledi. İki oğlu da başka yere gitmesiyle acınacak bir hale girdi.
Beşincisi: Dört senedir Üstadın çarşı işinde hizmet eden bir zat, birden sadakati bırakıp mesleğini değiştirdi. Birden şefkatsiz bir tokat yedi. Bir senedir daha çekiyor.
Altıncısı: Bir hocaya ait bir hadisedir. Belki helâl etmez. Biz de onu görmüyoruz. Tokatı şimdi kaldı.
Bu vukuat nev'inden hem çok var. Hem Risale-i Nur'a karşı kusura binâen, kat'iyen tokat olduğuna şüphemiz kalmadı.
Tasdik eden Risale-i Nur şakirtleri Hilmi, Emin, Tahsin. Evet, ben de tasdik ederim Said


En son zübeyr tarafından Cuma Ocak 02, 2009 4:22 am tarihinde değiştirildi, toplamda 4 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://risaleforum.yetkin-forum.com
saidler
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler


Mesaj Sayısı : 251
Yaş : 64
Nerden : istanbul
Kayıt tarihi : 16/10/08

RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Empty
MesajKonu: Geri: RİSALE İ NURDA TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR?   RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Icon_minitimeSalı Ara. 23, 2008 5:48 am

Bu hizmet-i kudsiyenin kerameti üç nevidir.
Birinci nevi: O hizmeti ihzar etmek ve hâdimlerini o hizmete sevk etmek cihetidir.
İkinci kısım: Mânileri bertaraf etmek ve muzırların şerrini def edip onları tokatlamaktır.
Bu iki kısmın hadiseleri çoktur, hem çok uzundur. Başka vakte tâliken, en hafif olan üçüncü bir kısımdan bahsedeceğiz.
Üçüncü kısım şudur ki: Hizmette hâlisen çalışanlara fütur geldiği vakit şefkatli bir tokat yerler, intibaha gelerek yine o hizmete girerler. Bu kısmın hâdisâtı yüzden fazladır. Yalnız yirmi hadiseden on üç, on dördü şefkatli tokat yemişler, altı yedisi zecir tokatı görmüşler.
Elhasıl: Hakikat-i ihlâs, benim için şan ve şerefe ve maddî ve mânevî rütbelere vesile olabilen şeylerden beni men ediyor. Hizmet-i Nuriyeye, gerçi büyük zarar olur; fakat, kemiyet keyfiyete nisbeten ehemmiyetsiz olduğundan, hâlis bir hâdim olarak, hakikat-i ihlâs ile, herşeyin fevkinde hakaik-i imaniyeyi on adama ders vermek, büyük bir kutbiyetle binler adamı irşad etmekten daha ehemmiyetli görüyorum.
Çünkü o on adam, tam o hakikati herşeyin fevkinde gördüklerinden, sebat edip, o çekirdekler hükmünde olan kalbleri, birer ağaç olabilirler. Fakat o binler adam, dünyadan ve felsefeden gelen şüpheler ve vesveselerle, o kutbun derslerini, "Hususî makamından ve hususî hissiyatından geliyor" nazarıyla bakıp, mağlûp olarak dağıtılabilirler. Bu mânâ için hizmetkârlığı, makamatlara tercih ediyorum.
Hattâ bu defa bana, beş vecihle kanunsuz, bayramda, düşmanlarımın plânıyla bana ihanet eden o malûm adama şimdilik bir belâ gelmesin diye telâş ettim. Çünkü, mesele şaşalandığı için, doğrudan doğruya avâm-ı nas bana makam verip harika bir keramet sayabilirler diye, dedim: "Yâ Rabbi, bunu ıslah et veya cezasını ver. Fakat böyle kerametvâri bir surette olmasın."
Bu münasebetle birşeyi beyan edeceğim. Şöyle ki:
Bu defa mahkemeden bana teslim olunan talebelerin mektupları içinde, çok imzalar üstünde bulunan bir mektup gördüm; belki lâhikaya girmiş. Risale-i Nur'un şakirtlerinin maişet cihetindeki bereketine ve bazıların tokatlarına dairdi. Burada, aynen Kastamonu'daki tokat yiyenler gibi şüphe kalmamış. Beş adam, aynen burada da tokat yediler.
* Evet, biz gözümüzle gördük, hiç şüphemiz kalmadı.Buranın talebeleri namına Ceylân, İbrahim

Risale-i Nur'un bir kâtibi dedi ki: "Neden dostların kusuratına tokat gelir; hücum eden düşmanlara bu tarzda gelmiyor?"
Elcevap: Memur olmayan, veya hususî, şahsı itibarıyla hiyanet eden, hususî tokat yer. Bu nevi vukuat pek çoktur. Ve tam sadâkat edenlerde, maişetindeki bereket ve kalbindeki rahat cihetinde ikramlara mazhar olanlar dahi pek çoktur. Eğer memur ise, kanun namına kanunsuz hiyanet eden, ilişen, o memlekete, o bîçare ahâliye bir umumî tokada vesile olur. Ya zelzele, ya yağmursuzluk, ya hastalık, ya fırtına gibi umumî belâlara bir vesile olur. Kendisi, zahiren hususî tokat yememiş gibi görünüyor.
Hem eğer dinsizlik hesabına, imanî hizmetimize ilişenler olsa Zulüm devam etmez, küfür devam eder. kaidesince, küfür derecesine giren öylelerin zulümleri-büyük olduğu için-âhirete tehir edilir, ekseriyetçe küçük zulümler gibi cezaları dünyaca tâcil edilmez.
Said Nursî
Bayram yüksel ağabey "Afyon Hapishanesi'nde"
"O zamanlar henüz 16 yaşında idim. Bilhassa Zübeyir Ağabeyin benim üzerimdeki tesiri çok fazladır. Risale-i Nur'un düsturları ve hizmet tarzı hakkında Zübeyir Ağabeyden çok istifade ettim. Ahmed Feyzi Ağabey, Mustafa Osman, Hıfzı Bayram, Mustafa Sungur, Çalışkanlar hanedanından Osman Çalışkan, Mehmet Çalışkan, Halil Çalışkan, Ceylân Çalışkan, Mustafa Acet, İbrahim Fakazlı v.s. çok ağabeylerle beraber hapishanede, daima meşguliyetimiz Nur Risalelerini yazmaktı. Üstadın bulunduğu koğuşa gittiğimizde arı kovanı gibi seslerin geldiğini duyardık. Bu sesler Üstadımızın evrad, ezkar dua ve niyaz sesleri idi. Gecenin hangi saatinde baksak ışığının yandığını görür, zikir sesleri işitirdik. Devamlı Üstadımızı düşünür, her fırsatta ziyaret edip elini öpmek, duasını almak isterdik. Gardiyanlar ise bize mani olurlar, hakaret ederlerdi. 'Sen de bunun arkasından gidiyorsun, bu Kürd'e tapıyorsun' diye bana tokat atarlardı. Şefkatli Üstadımız da benim gibi bir bîçareyi teberrükleriyle taltif ederdi. Maddî kıymeti küçük olan bu hediyeler hayatımın en kıymetli nâdide yâdigârlarıdır. Hapishanede idareciler bize eziyet ettikleri zaman Üstadımız çok üzülürdü. Ceylân Ağabey, çok şefkatli, çok cesur, çok tedbirli idi. Bizleri şevklendirir, daima hizmete teşvik ederdi.
"15. Şuâ'dan Elhüccetü'z-Zehra Afyon Hapishanesin'de telif edilmiştir. Telif esnasında zaman zaman Üstadın penceresinin altından geçerdik. Üstadımız pencereden bakar, bizleri gördüğü anda bulduğu küçük kağıt parçalarına yazdığı kısmıları kibrit kutusuna koyarak, bize atardı. Biz de bu parçaları hemen ağabeylere verirdik. Önce onlar yazarlardı, sonra biz çoğaltmaya başlardık. Birimiz yazdı mı, diğerimize verir, o gün bütün oradaki ağabeylerimize ulaşırdı. Böyle böyle, yazılanlar muhafaza edilip, çoğaltılırdı.
"Merak etmeyiniz"
"Evlatlarım siz hiç merak etmeyin. Risale-i Nur, dinsizlerin, masonların belini kırmıştır. Risale-i Nur daima galiptir. Siz hiç merak etmeyin' Bunları mükerrer söyledi. Bazı şeyler daha söyledi. Üstadımızın sözü çok zor anlaşılıyordu.
"Bunlar beni anlayamadılar, bunlar beni anlayamadılar, bunlar beni anlayamadılar, bunlar beni siyasete bulaştırmak istediler' dedi. O zamanlar İstanbul'daki talebeler yürüyüş yapmak istiyorlar, vali de, 'Peki, karşı tarafa da müsaade etsem razı mısınız?' diyor. Solcu talebeler ise, 'Biz razı değiliz. Bize de müsaade etme, onlara da' diyorlar. Bunları Üstadımız duymuştu çok üzülmüştü. 'Ben buradan gitsem bunlar tokat yiyecek, karışacak' demişti. Hakikaten karıştı.
"Ereğli'ye varmadan ikindi namazını kıldık. Burada Üstadımız namazı arabada kıldı. Akşam namazından Ulukışla'ya vardık. Üstad 'Acaba biraz yemek yiyebilir miyiz?' dedi. Zübeyir Ağabeyle lokantadan pirinç pilavı aldık, pilavdan Üstada yemek yapacaktık. Arabanın arkasında gaz ocağı vardı, fakat ayağı kırıktı ve kış olduğu için çok soğuktu. Pozantı'yı geçerken tren yolu bekçisi sobayı yakmış ısınyordu. Ben memura rica ettim, 'Hastamız var, ocağımızın ayağı kırıldı, parasını verelim, azıcık yemek ısıtacağız' dedim. Memur razı oldu, 'Buyurun ısıtın' dedi. Zübeyir Ağabeyle Üstad arabada kaldı. Hüsnü kardeşle ben yemeğin suyunu süzdük, çok az tereyağımız vardı çaykaşığı ile kattık, bir yumurta ve biraz da yoğurt kattık. Üstadımız bir kaşık aldı, yiyemedi. Boğazından geçmedi. Gece Adana'dan geçtik, yatsıdan sonra Ceyhan'a vardık. O zaman yol Ceyhan'ın içinden geçiyordu. Ceyhan'ın kıyısında yatsı namazını kıldık, Hüsnü de bir saat uyudu, devamlı arabayı kullanıyordu. Sahurda Osmaniye'ye vardık, girişte benzin aldık. Ve sahur yemeği yedik. Üstadımız ise hiçbir şey yiyemiyordu. Sabah namazını da Alman Pınarının başında, biz dışarıda, Üstadımız yine arabanın içinde kıldık. O zamana kadar o dağa Gâvur Dağı derlerdi. Sonra da o dağa Nur Dağı ismini koydular.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://risaleforum.yetkin-forum.com
saidler
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler


Mesaj Sayısı : 251
Yaş : 64
Nerden : istanbul
Kayıt tarihi : 16/10/08

RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Empty
MesajKonu: Geri: RİSALE İ NURDA TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR?   RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Icon_minitimeSalı Ara. 23, 2008 5:49 am

Risale-i Nur'un Gençlik Rehberinde ve Meyve Risalesindeki beş meselesinin, haylaz gençlerde dokuz tokadı Risale-i Nur'un bir lâtif kerameti olduğunu o gençler dahi tasdik ediyorlar.
Birincisi: Bana hizmet eden Feyzi. Ona bidayette dedim: "Sen Meyvenin bir dersinde bulundun, haylâzlık yapma." O yaptı, birden tokat yedi, bir hafta eli bağlı kaldı.
Evet, doğrudur. Feyzî
İkincisi: Bana hizmet eden ve Meyveyi yazan Ali Rıza. Bir gün, yazdığını ona ders verecektim. O, haylâzlığından yemek pişirmek bahanesiyle gelmedi, birden tokat yedi. O vakit onun tenceresi sağlamken, dibi yemeğiyle beraber tamamen düştü.
Evet, doğrudur. Ali Rıza
Üçüncüsü: Ziya, Meyvenin gençliğe ve namaza dair meselelerini kendine yazdı, namaza başladı. Fakat haylâzlık yaptı, namazı ve yazıyı bıraktı. Birden, o vakitte tokat yedi. Hilâf-ı âdet ve sebepsiz, başı üstündeki sepeti ve elbiseleri yandı. O kadar kalabalık içinde yanıncaya kadar kimse farkında olmaması, kasdi bir şefkat tokadı olduğunu gösterdi.
Evet, doğrudur. Ziya
Dördüncüsü: Mahmud. Ona Meyveden gençlik ve namaz meselelerini okudum ve dedim: "Kumar oynama, namaz kıl." Kabul etti. Fakat haylâzlık galebe etti, namaz kılmadı ve kumar oynadı. Birden, hiddet tokadını yedi. Üç dört defada daima mağlûp olup fakir haliyle beraber kırk lira ve sakosunu ve pantolonunu kumara verdi, daha aklı başına gelmedi.
Evet, doğrudur. Mahmud
Beşincisi: On dört yaşında Süleyman namında bir çocuk, ziyade haylâzlık yapıp başkalarının da iştahlarını açıyordu. Ona dedim: "Uslu dur. Namazını kıl. Senden büyük haylâzların içinde bu halin sana tehlike getirir." O, namaza başladı, fakat yine namazı terk ve haylâzlığa girdi. Birden tokat yedi. Uyuz illetine müptelâ oldu, yirmi gündür yatağında yatmaya mecbur oldu.
Evet, doğrudur. Süleyman
Altıncısı: Bana bidayette hizmet eden Ömer, namaza başladı, şarkıları bıraktı. Fakat bir akşam,
kapıya yakın bir şarkı kulağıma geldi, evrad ile meşguliyetime zarar verdi. Ben, hiddet ettim, çıktım. Gördüm ki, hilâf-ı âdet, Ömer'dir. Ben de hilâf-ı âdet bir tokat vurdum. Birden, sabahleyin hilâf-ı âdet olarak Ömer başka hapse gönderildi.
Yedincisi: Hamza namında, on altı yaşında sesi güzel olmasından şarkı söylüyor, başkalarının da iştahlarını açıyor, haylâzlık ediyordu. Ona dedim: "Böyle yapma, tokat yiyeceksin." Birden, ikinci gün bir eli yerinden çıktı, iki hafta azabını çekti.
Evet, doğrudur. Hamza
Bu gibi tokatlar var; fakat kâğıt bitti, mânâ da bitti.
Evet, eski Said'in "Bir nur âlemi göreceğiz" demesi, Risale-i Nur dairesinin mânâsını hissetmiş, geniş bir dâire-i siyasiye tasavvur ettiği gibi; sırr-ı inna ateyna nın remziyle, on üç, on dört sene sonra, "Dinsizliği, zındıklığı neşredenler, pek müthiş tokat yiyecekler" deyip o hakikatı dar bir dairede tasavvur etmiş. Şimdi zaman, o iki hakikati tam tâbir ve tefsir etti.
Risale-i Nur şakirtlerinden Emin ve Feyzi'nin bir fıkrasıdır.
Hem, Risale-i Nur'un kasabalara ve cemaatlere berekete medar olması ve ona zarar edenlere tokat gelmesi gibi, şahıslara da pek zahir bir surette, hem bereket ve hüsn-ü maişet ona çalışanlara ve gaybî tokatlar, onun aleyhinde çalışanlara gelmesi, bu havalide çok hadiseleri var. Biz, kendi nefsimizde; çalıştığımız zaman, pek zahir bir surette bir hüsn-ü maişet, bir inayet gördüğümüz gibi, Risale-i Nur veya şakirtleri aleyhine çalışanlara, şiddetli tokatlar geldiğini görüyoruz.
Ezcümle: Risale-i Nur'un erkânından birisi, kat'î bir surette haber veriyor ki, üç dört adam, dünya servetinin hatırı için toplanıp münâfıkane tedbir kurdukları hengâmda, üç gün sonra o üç dört adamın haneleri ve birinin dükkânı yanıp, herbiri binler lira zayiatla tokat yediler.
Hem bir dessas casus adam, Risale-i Nur şakirtleri aleyhinde çalışıyordu ki, onları hapse attırsın. Birgün, serbest olarak "Ben, bir ip ucu bulamadım ki bunları hapse soksam. Eğer bir ipucu bulsam onları hapse sokacağım" diye ilân ettiği vakitten iki gün sonra bir iş yapıp, Risale-i Nur şakirtleri yerinde o adam iki sene hapse girdi.
Hem bedbaht, muannid bir adam, Risale-i Nur aleyhinde, hem şakirtlerinin bir rüknü aleyhinde mütecavizane bulunduğu hengâmda, bir iki gün sonra meyhaneye gidip içe içe çatlamış, orada ölmüş. Bu neviden çok hadiseler var. Demek Risale-i Nur, dostlara tiryak olduğu gibi, düşmanlara da saika oluyor.
Adliyenin şahs-ı mânevîsine ve dahiliye vekiline bera-yı malûmat takdim edilen ve Emirdağ'ındaki istintakta verdiğim ifadenin hâşiye ve lâhikasıdır.
Bu yirmi beş seneden beri hiçbir gazeteyi okumayıp, dinlemeyip, dünkü gün, bana hizmet eden bir adam, gazetenin bir parçasını bana okudu. İçinde, Ankara Maarif dairesi iki milyon zararla, hem yine Ankara'da otomobil garajı binası, aynı vakitte İzmir'de ehemmiyetli fabrika, hem aynı vakitte Adada büyük bir binanın tamamen yandığını işittiğim vakit, pek çok teessür ve yazıklarla bu fakir millete acımakla, aynı zamanda bütün ömrümde çekmediğim bir sıkıntı içinde, hiçbir mahkemede benim gibi ihtiyar ve hasta halimde dört buçuk saat mütemadiyen ifademi sualcevaba mecbur olduğum bir zamanda, eğer bura adliyesinin insaniyeti ve bir derece şefkati olmasaydı kat'iyen dayanamadığım gibi, kat'î karar vermiştim ki, sert bir sözle, bu soğukta, bu hastalığımda hapse girmeyi gözüme almıştım. Hattâ bana hizmet edenin birini odamda yatırmak, birine bir tokat vurup benim hizmetim için hapse, yanıma gelmek için karar vermiştik. Fakat bura adliyesinin insaniyeti ve inayet-i İlâhiye bana sabır verdi, tahammül ettim.
Aziz sıddık kardeşlerim,
Nasıl ki Eğirdir'de Asâ-yı Mûsâ'yı müsadere eden ve mahkemeye veren adam kendisi iki sene hapis cezasıyla tokat yedi. Ve Hüsrev'e hiddetle bir ay ceza veren hâkimin istifaya mecbur olmasıyla ve refikasının oradan mufarakatıyla bir nevi tokat yemesi gibi, aynen burada dahi size leffen gönderdiğimiz pusulada yazılan tokatlar kat'î gösteriyorlar ki, biz bir himayet ve inayet altındayız; bize ilişenler, âhirette şiddetli tokatlar yiyecekleri gibi, dünyada dahi bir kısmı çabuk çarpılır.
Hem bu defa, bize hücumların aynı zamanında kış çok hiddet etti, şiddetli soğuk ve fırtına ile havanın kızdığını gösterdiği gibi, hücumları durmasıyla ve Nurcuların ferahlanmasıyla bu zemherir günleri nevruz günleri gibi gülmeye başladı. O tebessüm, devamla mânevî bir müjde ve teselli veriyor kanaatindeyiz.
Ezcümle: Müteaddit o vücuhundan radyomla anlaşıldı ki, o birtek adam, birtek kelimeyle bir milyon kebairi birden işler. Ve milyonlarla insanı dinlettirmekle günahlara sokar.
Evet, küre-i havanın yüz binler kelimeleri birden söyleyen ve bir dili olan radyo unsuru, nev-i beşere öyle bir nimet-i İlâhiyyedir ki, küre-i havayı bütün zerratıyla şükür ve hamd ü senâyla doldurmak lâzım gelirken, dalâletten tevellüd eden sefahet-i beşeriye o azîm nimeti şükrün aksine istimal ettiğinden, elbette tokat yiyecek.
Nasıl ki havârık-ı medeniyet namı altındaki ihsanat-ı İlâhiyyeyi bu mimsiz, gaddar medeniyet hüsn-ü istimal ile şükrünü eda edemeyerek tahribata sarf edip küfran-ı nimet ettiği için öyle bir tokat yedi ki, bütün bütün saadet-i hayatiyeyi kaybettirdi. Ve en medenî tasavvur ettiği insanları, en bedevî ve vahşî derekesinden daha aşağıya indirdi. Cehenneme gitmeden evvel, Cehennem azabını tattırıyor.
Evet, radyonun küllî nimetiyet ciheti küllî bir şükür iktiza eder; ve o küllî şükür de, Hâlık-ı Arz ve Semâvâtın kelâm-ı ezelîsinin şimdiki bütün muhataplarına birden yetiştirmek için, küllî yüz bin dilli semavî bir hâfız hükmünde, her vakit kâinatta Kur'ân'ı okumalıdır, tâ o nimetin küllî şükrünü edâ ve o nimeti idame etsin.
Said Nursî
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://risaleforum.yetkin-forum.com
saidler
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler


Mesaj Sayısı : 251
Yaş : 64
Nerden : istanbul
Kayıt tarihi : 16/10/08

RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Empty
MesajKonu: Geri: RİSALE İ NURDA TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR?   RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Icon_minitimeSalı Ara. 23, 2008 5:50 am

Ehemmiyetli, fakat bir derece mahremdir.
Aziz kardeşlerim,
Mahrem sırr-ı inna ateyna da, cifirle istihracım aynen Münâzarat risalesinde, "Bir nur çıkacak ve göreceğiz?" diye gaybî müjdeler gibi, ilhamî ve hak bir hakikati fikrimle olan tatbikatımda bir kusur vardı. O kusur beni düşündürüyordu. Münâzarât ve Sünuhat gibi risalelerdeki müjde-i nuriyeyle Risale-i Nur'u tam halletti. Geniş daire-i siyasiye yerine, yüksek bir daire-i nuriyeyle o kusuru izale ettiği gibi, inna ateyna sırr-ı mahreminde, on iki, on üç sene sonra "İslâmiyete darbe vuranların başlarında öyle müthiş bir patlayış olacak ki, kıyamete kadar unutulmayacak" meâlindeki istihrac-ı cifrî çok geniş bir dairede olduğu halde, nur müjdesi sırrının aksine olarak, dar bir dairede ve hususî bir hükûmette tatbik etmek suretiyle, fikrim o geniş daireyi ihata edemeyerek o hakikatin suretini değiştirmiş. Halbuki o istihracın gösterdiği aynı tarihte, o rejimin müessisi ve başı dünyadan göçtü, darbesini yedi. Ve aynı senede, perde altında bilinmeyen ve küre-i arzın ekserini ve nev-i beşerin kısm-ı âzamını istibdadı altına alan bir müthiş cereyanın düğümü ve düğmesi ve mânen binler başından bir başı ve en müthişi olan o göçüp giden adam tokat yediği aynı zamanda, daha sene tamam olmadan, o müthiş cereyanın bütün başları ve taraftarları öyle semavî müthiş tokatlara ve şiddetli fırtınalı musibetlere tutulmaya başladılar; kıyamete kadar azâbını çekecekler ve çekiyorlar. Ve edyân-ı semâviyeye ve İslâmiyete ettikleri cinayetlerin cezasını çok geniş bir dâirede gördüler ve görüyorlar. Mimsiz medeniyetin pisliğiyle dünyayı mülevves ettikleri için, aynı istihracın gösterdiği tarihte, o mimsiz medeniyetin başına da öyle bir semavî tokat indi ki, en karanlık vahşetten daha aşağı indirdi.
Elhasıl: Sırr-ı inna ateyna da çok geniş bir dâire, dar bir dâirede tatbik edilmiş. Nur müjdesi ise, dar ve mânevî, fakat yüksek bir daireyi geniş ve maddî bir daire suretinde tasvir edilmişti. Cenab-ı Hakka yüz bin şükür ediyorum ki, bu iki kusurumu kuvvetli bir ihtar-ı mâneviyle ıslah etti.
"Allah onların günahlarını silip yerlerine iyilikler verir." Furkan Sûresi, 25:70. sırrına mazhar eyledi.
Kâinatın zerreleri sayısınca Allah'a hamd olsun.
Hafız Halid’in şefkat tokadı
Bahis mevzuu makalede Hafız Halid, Üstadının ilmini, faziletini, yüksek tevazuunu ve eski kıymetli eserlerini anlatmaktadır.
Şefkat tokatlarının anlatıldığı l0. Lem'a'da yediği şefkat tokadını kendisi şöyle anlatır:
"Evet, itiraf ediyorum. Üstadımın hizmet-i Kur'âniyede neşrettiği âsârın tesvidinde hararetli bir surette bulunduğum zaman mahallemizde bir cami imamlığı vardı. Eski kisve-i ilmiyemi, sarığı bağlamak niyetiyle muvakkaten o hizmete fütur verip, bilmeyerek çekildim. Maksadımın aksiyle şefkatli bir tokat yedim. Sekiz-dokuz ay imamlık ettiğim halde, Müftünün çok vaadlerine rağmen, fevkalâde bir surette sarığı saramadım. Şüphemiz kalmadı ki, o kusurdan bu şefkatli tokat geldi. Ben Üstadımın hem bir muhatabı, hem bir müsevvidi idim. Benim çekilmem ile tesvid hususunda sıkıntı çekmişti. Her ne ise, Yine şükür ki, kusurumuzu anladık ve bu hizmetin de ne kadar kudsî olduğunu bildik. Ve Şâh-ı Geylânî gibi arkamızda melek-i siyanet gibi bir üstad bulunduğuna itimad ettik."
Ez'afü'l-ibâd Hâfız Hâlid
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://risaleforum.yetkin-forum.com
saidler
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler


Mesaj Sayısı : 251
Yaş : 64
Nerden : istanbul
Kayıt tarihi : 16/10/08

RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Empty
MesajKonu: Geri: RİSALE İ NURDA TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR?   RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Icon_minitimeSalı Ara. 23, 2008 5:50 am

İSMAİL İLGAZİ

"Kitaplara dokunmayın, tokat yersiniz"
"l942 Ramazan'ının 2l. gecesi teravihi kılıp camiden eve gittim. Erkenden yattım. Uyudum uyumadım kapı çalındı. Kapıya vardım. Erzincanlı Hamal İsmail Efendi, 'İstanbul'ldan dört beş sandık kibritlerin geldi, Posta arabacısı 'Gelsin teslim edeceğim' diyor' dedi.
"Üstümü giydim. Başımda yün takke ile koştum. Bir de baktım, durakta bir kalabalıktan Üstadın sedası kulağıma geldi. Çayhanede bir karpuz kesip Üstada ikram ediyorlardı.
"Jandarma başçavuşu, sivil polisler de varmış, bilmiyoruz. Üstadın elini öptük. Hepimizin ismini yazıp karakola vermişler. Üstad, elektrik direğini sütre yaparak namazı eda etti. Müftü Efendiyi sordu. Evinde hasta yattığı söylendi. Posta arabasından kibritlerimizi indirip teslim aldık. Üstada kendimizi tanıttık. İbriği elinden aldık, su doldrurup verdik. Mübarek elleriyle başımı meshetti ve 'Elgazi' dedi. Sonra Çankırı'ya azimet eyledi.
"Sabah oldu. Jandarmalar evlerimizi bastı. Risale-i Nur'u dolaptan alıp verdim. Baktım, adam öldürmüşüz gibi orayı burayı arayacaklar. 'Bu kitaplar her Müslümanın evinde bulunur. Mahkemelerin iade kararları var' dedik.
"Kurşunlulu bir telgraf çavuşunu oylda yakalamışlar, Muhammediye kitabını müsadere etmişler. iyice bilemiyorum. Üstad Isparta'da yahut Denizli'de mahkeme oluyor. Oradan bize mahkeme harcırahı olarak 75 lira geldi. Aldıkları kitapları İstanbul'a bilirkişiye göndermişler. Biz Ilgaz mahpushanesinde iken büyük bir deprem oldu. Evler yıkıldı, birçok insan öldü. Bizim hanım hâkime müracaat ederek çıkarılmamızı istiyor. 'Ancak gece çıkabilir' diyorlar. Çıktım, evimi, dükkânımı yokladım. Evde çatlaklar meydana gelmiş, dükkânımın da tavanı yıkılmıştı.
"Hapishaneye tekrar döndüm. Böylece, Üstadın dediği 'Ilgaz', 'elgazi' olmuştu. Üstad, öteden beri ikazda bulunurdu ve 'Kitaplara dokunmayın, tokat yersiniz. Sizin şerrinizden masum insanlar da zarar görür' derdi. Mahkememizin Ilgaz'da görülmesine dair emir geldi, böylece harcırah da geri gitti. Sonunda mahkeme beraatimize karar verdi.
"Daha sonra ikinci bir mahkeme cereyan etti. Sinoplu hâkim yine beraat kararımızı verdi. Kitapları da iade etti.
"Üçüncü mahkeme Çankırı Ağır Cezada idi. Mahkeme reisi netice-i mahkemeyi uzattı ise de temyize başvurmadan hükümet değişti. Af kararıyla çıktık. Kitapları da iade ettiler."
Birinci cümlesi: Kâbe-i Muazzamaya hücum eden Ebrehe askerlerinin başlarına ebâbil tayyareleriyle semavî bombalar yağdırmasını ifade eden "Onlara taşlar attılar." Fil Sûresi, 105:4. cümle-i kudsiyesi, bin üç yüz elli dokuz edip, dünyayı dine tercih eden ve nev-i beşeri yoldan çıkaran medeniyetçilerin başlarına semavî bombalar ve taşları yağdırmasına tevafukla işaret ediyor.
İkinci cümle: "Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?" Fil Sûresi, 105:2.kelime-i kudsiyesi, eski zaman hâdisesindeki Kâbe'nin nurunu söndürmek için, hilelerle hücum edenlerin kendileri yokluk, zulümat dalâletinde aksü'l-amelle aleyhlerine dönmesiyle tokat yedikleri gibi; bu asrın aynen hilelerle, desiselerle, zulümlerle edyan-ı semaviye kâbesini, kıblegâhını dalâlet hesabına tahribe çalışan cebbar; mağrur ehl-i dalâletin tadlil ve idlâllerine semavî bombalar tokadıyla cezalanmasına, aynı tarihî fitatlil kelime-i kudsiyesi bin üç yüz altmış makam-ı cifrîsiyle tevafuk edip işaret ediyor.
Üçüncüsü: "Rabbinin fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi?" Fil Sûresi cümle-i kudsiyesi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma hitaben, "Senin mübarek vatanın ve kıblegâhın olan Mekke-i Mükerremeyi ve Kâbe-i Muazzamayı hârikulâde bir surette düşmanlarından kurtarmasını ve o düşmanların nasıl bir tokat yediklerini görmüyor musun?" diye mânâ-yı sarîhiyle ifade ettiği gibi; bu asra dahi hitap eden o cümle-i kudsiye, mânâ-yı işârîsiyle der ki: "Senin dinin ve İslâmiyetin ve Kur'ân'ın ve ehl-i hak ve hakikatın cebbar düşmanları olan dünyaperest ve dünyanın menfaati için mukaddesatı çiğneyen o ashab-ı dünyaya senin Rabbin nasıl tokatlarla cezalarını verdiğini görmüyor musun? Gör, bak!" diye mânâ-yı işârîsiyle bu cümle aynen makam-ı cifrîsiyle tam bin üç yüz elli dokuz (1359) tarihiyle, aynen âfât-ı semavî nev'inde semavî tokatlarla, "İslâmiyete ihanet cezası olarak..." diye mânâ-yı işârî ifade ediyor. Yalnız ashbul fil yerinde eshabuddünya gelir. Fil kalkar, dünya gelir.HAŞİYE 1 Bu fil lâfzı kalkmasının sırrı, eski zamanda, dehşetli fil-i Mahmudî azametine, heybetine dayanmış, hücum etmişler. Şimdi ise, dünya servetine ve malına ve o servetle filolar teşkil edip, hattâ, kırk milyon bir millet, o fil gibi filolarla dört yüz milyonu esaret altına almış. Ve Avrupa medeniyetçileri, medeniyetin mehasiniyle, iyilikleriyle, menfaatleriyle değil, belki medeniyetin seyyiatıyla ve sefahetiyle ve dinsizliğiyle ve üç yüz elli milyon Müslümanların her tarafta hâkimiyetlerini imha edip, istibdadına serfüru etmiş ve bu musibet-i semaviyeye sebebiyet vermiş. Ve dünyaperest, gaddar zâlimler, zulümlerine ceza olarak tokatlar gelmeye; ve fakir ve mâsumlar ve mazlumlara, fâni mallarını ve hayatlarını âhiretlerine çevirmek ve kıymettar eylemek ve dünyadaki günahlarına keffaretü'z-zünûb etmeye kader-i İlâhîye fetva verdiler. Ben, bir buçuk senedir dünyaperestlerin bu musibette vaziyetlerini ve sefâhetlerini ve İkinci Harb--i Umumî sayfalarını kat'iyen bilmiyorum. Fakat iki sene evvelki vaziyetleri, bu sûre-i kudsiyenin mânâ-yı işarî tabakasından gelen tokatlar tam tamına onların başlarına iniyorlar. Ve sûrenin bir mâna-yı işarîsini tam tefsir ediyor.
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Size, mânidar ve acip ve Risale-i Nur'un talebeleriyle ve Risale-i Nur'a ve Âyetü'l-Kübrâ'nın kerametiyle ve ehl-i dünyanın ilişmek niyetleriyle alâkadar karşımda eskiden belediye bulunan hükûmet dairelerinden birisi, hiçbirşey kurtulmayarak, hiç görmediğimiz acip bir parlamakla gecenin en soğuk bir vaktinde üç saat cehennem gibi yandığı halde, tam bitişiğinde, Risale-i Nur'un Çalışkanlarından bir talebesi, yine iki kardeşinin, mâsum Ceylân'ın sermayelerinin kısm-ı âzamı bulunan büyük mağazaları, o yangın yeriyle iki küçük dükkân fasıla ile o dehşetli yangın bütün şiddetiyle mağazaya doğru gelirken biçare Ceylân yanıma geldi, dedi: "Biz yanıyoruz, mahvolduk."
Ben de iki gün evvel mağazalarında bulunan Âyetü'l-Kübrâ'nın bir kısım matbu nüshalarını yanıma getirmek için söyledim, fakat getirmedi. Demek o ateşi söndürmek için orada kalmıştı.
Ben de Risale-i Nur'u ve Âyetü'l-Kübrâ'yı şefaatçı yapıp, "Ya Rabbi, kurtar" dedim. Üç saat o dehşetli yangın hücumunda bütün o büyük daireyi mahvetti. Altında ve bitişiğindeki dükkânları bütün yaktı, yıktırdı. Risale-i Nur'un ve Âyetü'l-Kübrâ'nın hıfzında olan mağazaya kat'iyen ilişmedi ve altındaki şakirdin dükkânı da müstesna olarak sağlam kaldı. Yalnız ahali camlarını kırdılar. Eğer ahali ilişmeseydi, eşyalarını almasaydılar, hiçbir zarar olmayacaktı.
İşte, Isparta halıcıhanesinin yangını ile, Risale-i Nur'un derslerine köşklerini tahsis eden zatların o dehşetli yangınla bitişik iki kardeşinin iki hanesinin kurtulması Risale-i Nur'un bir kerameti olduğu gibi, Kastamonu'da aynen bu Emirdağı yangını gibi, orada, karşımdaki dehşetli bir yangının ittisalindeki Risale-i Nur şakirtlerinden Hafız Ahmed'in evi harika bir surette kurtulması ve hemşiresinin üçüncü kat yangın içinde harika bir tarzda, hem elmas ve altın mücevheratını, hem canını Risale-i Nur'un berekâtıyla kurtarması misilli, burada da, bu yangında, Risale-i Nur'un çalışkan talebelerinden ve Çalışkan hanedanından üç kardeşi olarak dört zatın o dehşetli yangından kurtulması, Risale-i Nur'un ve Âyetü'l-Kübrâ'nın bir kerameti olduğuna hem benim, hem onların, hem sair kardeşlerimizin kat'î kanaatimiz geldi. Burada eksik olmayan az bir rüzgâr esseydi, o çarşı dükkânlarının ekserisini yandırabilirdi. Hattâ Âyetü'l-Kübrâ mağazasından on onbeş dükkân tâ uzakta eşyalarını çıkarıp kaçırdılar.
Bazı emarelerle, Sandıklı'da, hem Afyon, Kütahya ortasında, Risale-i Nur'a ve yeni mektuplarımı elde etmeleriyle bana karşı bir ilişmek emareleri göründü. O iki hadisede, İstanbul hadiseleriyle tokat yediler. Bu defa, niyetlerinde bana ilişmek cezası olarak bu tokat geldi, inşaallah o niyetten onları vazgeçirdi ve korkutup susturdu.
Kardeşlerim, sizin zekâvetiniz ve tedbiriniz, benim tesanüdünüz hakkında nasihatime ihtiyaç bırakmıyor. Fakat bu âhirde hissettim ki, Risale-i Nur şakirtlerinin tesanüdlerine zarar vermek için birbirinin hakkında su-i zan verdiriyorlar, tâ birbirini itham etsin. Belki "Filân talebe bize casusluk ediyor der, tâ bir inşikak düşsün. Dikkat ediniz, gözünüzle görseniz dahi perdeyi yırtmayınız. Fenalığa karşı iyilikle mukabele ediniz. Fakat çok ihtiyat ediniz, sır vermeyiniz. Zaten sırrımız yok; fakat vehhamlar çoktur. Eğer tahakkuk etse, bir talebe onlara hafiyelik ediyor, ıslahına çalışınız, perdeyi yırtmayınız.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://risaleforum.yetkin-forum.com
saidler
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler


Mesaj Sayısı : 251
Yaş : 64
Nerden : istanbul
Kayıt tarihi : 16/10/08

RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Empty
MesajKonu: Geri: RİSALE İ NURDA TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR?   RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Icon_minitimeSalı Ara. 23, 2008 5:51 am

Üstad Ceylân'a ikazları
Ceylân Çalışkan küçük yaşta Üstadın hizmetine girdiği zaman bilemediği bazı noktalarda Üstad yazdığı pusulalarla kendisini ikaz ediyordu:
"Ceylan! Zaman naziktir. Nur'ların faaliyeti vaktin çok dikkat lâzımdır.
"Nur'un ve bizim Nurcuların selâmeti ve münafıkların şerrinden kurtulması için sen bu üç maddeyi bil:
"Birincisi: iktisada tam riayet etmek lâzımdır. Tâ validen ve baban senden gücenip hizmet-i Nuriyeye zarar gelmesin. Dükkâncılık eden mertlik etmez. On paraya dikkat eder. Mal senin değil. İkram etsen caiz değil.
"İkincisi: Şimdilik nazar-ı dikkati kendine celb etme ve gösteriş yapmaya çalışma. Tâ senin elindeki Nur emanetlerine zarar gelmesin. Hevesatını, faidesiz eğlencelerini bırak. Hizmet-i Nuriyenin sana verdiği zevkler yeter.
Üçüncüsü: Bize gelmek için buraya gelenlerden herkese açılma. Lüzumsuz onlara esrarımızı bildirme. Çünkü içlerinden ya safdil veya kurnaz veya aptal bulunabilir, ifşa eder, habbeyi kubbe yapar. Ondan da münafıklar ve casuslar istifade eder. Hususan bu kasabada daha çok dikkat ve ihtiyat lâzımdır."
"Ceylan! Dün posta için sabahtan akşama kadar seni bekledim, görünmedin. Kalben dedim, 'Eğer Risale-i Nur'un hizmetiyle ve okunmasıyla meşgul olmuş ise aff edilir. Yoksa onun hayatı Risale-i Nur'a aittir. Hevesatına sarf etse şiddetli tokat yiyecek. Acaba o mânâsız gezmeyi bu soğukta sen mi yaptın? Yoksa başkası mı hatıra getirdi? Hem yanınızda daha kim vardı? Risale-i Nur hesabına merak ediyorum. Dikkat et, çocukluk yapma, tokat yiyenler pek çok.
"Ceylân! Sen bahtiyardın ki, bu acib zamanda Risale-i Nur'un ehemmiyetli bir hizmeti ve onun manevî hazinesinin bir anahtarını aldın. Benim de anahtarımı aldın. Ve küçük bir Abdurrahman ve küçücük bir Husrev namını aldın. Bu kudsî ve ehemmiyetli vazifeye lâyık olacağını gayet kuvvetli bir sadakat ve metanet ve ihtiyat ile isbat edersin. Gerçi çocuksun, fakat sende kuvvetli bir sadakat hissettiğimizden küçülmüş kuvvetli bir ihtiyar nazarıyla bakıyoruz.
"Sen de dikkat et! Çocukluk hevesatına aldanma, kapılma! On adamın şimdiki benim hizmetimde vazifeleri mecburiyetle sana yüklenmiş. Az bir yanlışın büyük bir zarar verir. Bunu kat'iyyen bil ki, senin hizmet ettiğin hakikatın sana vereceği hem dünyada, hem âhirette menfaate mukabil dünyada hiçbir şey gelemez. Tâ ki, bir elmas hazinesini şişe gibi çabucak kırılacak fâni dünya lezzetleriyle kaçırma. Çocukluk kulağıyla cin, ins şeytanlarının vesveselerine kapılma."
Ceylân Çalışkan, Üstadın kendisini ikaz mektuplarını şöyle takdim etmektedir. Üç ikazın birisi Üstadın kendi el yazısıyla, diğer ikisi ise Ceylân Çalışkan'ın el yazısıyladır:
"Mübarek Üstadım Efendimin, Risale-i Nur'un faaliyetine zarar gelmemek için, bana yazdığı bir-iki ehemmiyetli ihtarı burad derc ettim.
"Bir numaralı ihtar: Zülfikar 'Mucizat'ın tab'ı edildiği sıralarda yazılmıştır. l946 Eylül başlarındadır.
"İki numaralı ihtar: Hizmet-i Üstaddan-gerek ehemmiyetli kusurlardan dolayı ve gerekse başka manevi sebepten dolayı-çekildikten bir hafta sonra süflî hevesat-ı nefsaniyeye tabî olduğumdan yazılmıştır. 946 Kanunusâni yirmi yedinci gün.
"Üç numaralı ihtar: Hizmette iken Risale-i Nur'un hizmetinin ne kadar kıymetli olduğunu ve bu elmas hazinesinin kaybedilmesini ikrar ediyor."
Kardeşlerim,
Maatteessüf başımıza gelen şefkat tokatını, iki üç gündür, kat'i bir kanaatla anladım. Hattâ, ehl-i isyan hakkında gelen bir âyetin çok işarâtından bir işareti bize bakıyor gibi hissettim. O da şudur: 1 En'âm Sûresi, 6:44.
yâni: "Onlara ihtar ettiğimiz ders ve nasihatı unuttukları ve amel etmedikleri vakit, onları tutup musîbet altına aldık."
Evet, en âhirde sırr-ı ihlâsa dâir bir risâle bize yazdırıldı. Elhak, gayet âlî ve nurânî bir düstur-u uhuvvet idi. Ve on binler kuvvetle ancak mukabele edilir hâdiselere, musîbetlere karşı, o sırr-ı ihlâs ile on adamla mukavemet ettirebilir bir düstür-u kudsî idi. Fakat, maatteessüf başta ben, biz o ihtâr-ı mânevî ile amel edemedik. Bu âyetin mânâ-yı işârisiyle: ehaznehum cifrî tarihiyle bin üç yüz elli iki eder. Aynı tarihiyle tutturulduk. Bir kısmımız şefkat tokadına giriftâr olduk. Bir kısmımız hakkında tokat değil, belki tokada mâruz olan kardeşlerimize medâr-ı tesellî ve kendilerine medâr-ı sevab ve istifade olmak için bu musîbetin içine alındı.
Evet, ihtilâttan men olunduğum için üç aydan beri yeniden üç gündür ben, kardeşlerimin dâhilî ahvâline de muttâli oldum. Hiç hatır ve hayâlime gelmez en hâlis zannettiğim kardeşlerimde sırr-ı ihlâsa münâfi hareket vukûa gelmişti. Ondan anladım ki: "Onlara ihtar ettiğimiz ders ve nasihatı unuttukları ve amel etmedikleri vakit, onları tutup musîbet altına aldık." âyetinin uzaktan uzağa bir mânâ-yı işârîsi bize de bakıyor. Ehl-i dalâlet için nâzil olan bu âyet onlara azaptır. Fakat bizim için terbiye-i nüfûs ve keffáretü'z-zünûb ve tezyîd-i derecât için şefkat tokadıdır. Biz elimizdeki kıymettar nimet-i İlâhiyeyi tam takdir etmediğimizden, tokat yediğimize bir delil şudur ki: En kudsî bir mücâhede-i mâneviyeyi tazammun eden ve sırr-ı verâset-i nübüvvetle velâyet-i kübrânın feyzine mazhar ve sahâbenin sırr-ı meşrebine medâr olan Risâle-i Nur ile hizmet-i kudsiye-i Kur'âniyemize kanâat etmeyip, menfaatı şimdilik bize pek az ve bu vaziyetimize mühim zararı muhtemel tarikat hevesinin birkaç defa şiddetle ihtarımla önü alınmasıdır. Yoksa, hem vahdetimizi bozacaktı, hem dört elifin tesânüdüyle bin yüz on birden dört kıymetine tenzil eden teşettüt-ü efkâr ve bu gayet ağır hâdiseye karşı kuvvetimizi hiçe indiren tenâfür-ü kulûba uğrayacaktı.
Bu tarzdaki salâvatın namaza tahsis-i hikmeti ise, meşahir-i insaniyenin en nuranî, en mükemmeli, en müstakimi olan enbiya ve evliyanın kafile-i kübrasının gittikleri ve açtıkları yolda, kendisi dahi o yüzer icmâ ve yüzer tevatür kuvvetinde bulunan ve şaşırmaları mümkün olmayan o cemaat-i uzmâya, o sırat-ı müstakimde iltihak ve refakat ettiğini tahattur etmektir. Ve o tahatturla şübehat-ı şeytaniyeden ve evham-ı seyyieden kurtulmaktır. Ve bu kafile, bu kâinat Sahibinin dostları ve makbul masnuları; ve onların muarızları, Onun düşmanları ve merdut mahlûkları olduğuna delil ise, zaman-ı Âdem'den beri o kafileye daima muavenet-i gaybiye gelmesi ve muarızlarına her vakit musibet-i semâviye inmesidir.
Evet, kavm-i Nuh ve Semûd ve Âd ve Firavun ve Nemrud gibi bütün muarızlar, gazab-ı İlâhîyi ve azabını ihsas edecek bir tarzda gaybî tokatlar yedikleri gibi, kafile-i kübrânın Nuh Aleyhisselâm, İbrahim Aleyhisselâm, Mûsâ Aleyhisselâm, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm gibi bütün kudsî kahramanları dahi, harika ve mucizâne ve gaybî bir surette mucizelere ve ihsanat-ı Rabbâniyeye mazhar olmuşlar. Birtek tokat hiddeti, birtek ikram muhabbeti gösterdiği halde, binler tokat muarızlara ve binler ikram ve muavenet kafileye gelmesi, bedahet derecesinde ve gündüz gibi zâhir bir tarzda, o kafilenin hakkaniyetine ve sırat-ı müstakîmde gittiğine şehadet ve delâlet eder. Fâtiha'da
"Kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun peygamberlerinin ve onlara tâbi olan sâlih kullarının yoluna..." Fâtiha Sûresi, o kafileye ve
2 "Gazabına uğrayanların ve sapıtmış olanların yoluna değil." Fâtiha Sûresi muarızlarına bakıyor. Burada beyan ettiğimiz nükte ise, Fâtiha'nın âhirinde daha zâhirdir.


Medar-ı ibret bir hadise: Risale-i Nur naşirlerinin tazyiki yüzünden âmirlerinin yanında yüz bulmak niyetiyle Risale-i Nur naşirlerine ilişenlerin aksi maksadıyla tokat yediklerinin yüz hadiseden bir hadisesi şudur ki:
Sebepsiz, sırf bazı garazkârların keyfi için Risale-i Nur naşirlerine bir kulp takıp mahkemelerde süründürmek ve belki mahvetmek için sureten kendini dost gösterip gayet hâinâne bir riyakârlıkla dairemize sokulup, birtakım yalanlarla âmirlerini iğfal edip Risale-i Nur naşirlerine müthiş darbe gelmesine vesile olan bir adam, teveccüh ve makam kazanmak değil, bilâkis öyle bir tokat yedi ki, dünyada kaldıkça, vicdanı varsa vicdan azabı çektirecek. Hem o kolay vazifesinden müşkil bir vazifeye tahvil ettiler ve hem de ona yalancı nazarıyla baktılar. Ve hem nefret-i âmmeyi kazandı. Ve hem taharrî hadisesinden iki gün sonra bir ihtiyar adamı hanesinden çıkarıp yolda getirirken o ihtiyar zat füc'eten vefat edip hem mes'uliyet-i maddiyeye ve mâneviyeye mâruz kalmıştır.
Evet, Risale-i Nur'a hücum edenler, vaktiyle kefenini boynuna takınmalı ve rezalete bürünmeli ve mânevî cehenneme dünyada girmeyi göze almalı.
Âyâ, bu insan zanneder mi ki başıboş kalacak? Hâşâ! Belki insan ebede meb'ustur ve saadet-i ebediyeye ve şekavet-i daimeye namzettir. Küçük büyük, az çok, her amelinden muhasebe görecek. Ya taltif veya tokat yiyecek.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://risaleforum.yetkin-forum.com
saidler
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler


Mesaj Sayısı : 251
Yaş : 64
Nerden : istanbul
Kayıt tarihi : 16/10/08

RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Empty
MesajKonu: Geri: RİSALE İ NURDA TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR?   RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Icon_minitimeSalı Ara. 23, 2008 5:52 am

DEMİRCİ SALİH EFENDİ

Bir mektubun yazılış sebebi
Demirci Salih olarak bilinen Nur Talebelerinden Eğridirli mübarek ve temiz kalbli mü'min, gayet masumane anlatıyordu. Arada sırada cebinden çıkarttığı büklüm büklüm olmuş, iyice yıpranmış bir sayfadan da yer yer okuyarak anlattığı hatıranın teyit ve tasdikine gidiyordu.
Emirdağ Lahikaları'nda yer alan bu mektupta şunlar ifade ediliyordu:
"Aziz kardeşlerim!
"Bu defa motorlu kayık içinde Eğridir'den Barla'ya giderken denizin dehşeti, emsalsiz fırtınası Leyle-i Kadirdeki dehşetli hastalık gibi zahmet noktasını kaldırıp büyük bir rahmete vesile olduğunu sizlere müjde veriyorum. Altı arkadaş ile beraber şehit olmak, yedi ihtimalden altı ihtimal ile deniz bize geniş bir kabir olmak için zemin hazırlandı. Fakat o hal altında mükerrer tecrübelerle yağmurun Risale-i Nur'la alâkadarlığı ve şimdi çok zamandır yağmura şiddetli ihtiyaç olduğu bu zamanda Risale-i Nurun gizli düşmanlarının tehlikesinden ve geniş plânından kurtulmasına bir işaret olarak o dehşetli haletimiz bir sadaka-i makbule hükmüne geçtiği remziyle o rahmet-i İlâhîden gelen emr-i Rahmaniyi imtisalindeki iştiyak ile yağmurun bir annesi olan bu deniz, o rahmete dair emr-i İlâhîyi gayet heyecanla ve iştiyak ile acelelik ile getirmek için, bir şefkat tokadı nevinden Nur Talebeleri olan bizim başımızı tokat ile yüzümüzü ve gözümüzü yağmurla okşadı.
Biz bu haleti zahiren hiddet, mânen şefkatkârâne okşamak nevinde gördük. Ben daha fırtına ve yağmur başlamadan evvel hiss-i kable'l-vuku ile hazine-i rahmete bir anahtar olacak dehşetli ve heyecanlı bir musibet hissettiğimden mütemadiyen Cevşen'i ve Şah-ı Nakşibend'in virdini okuyordum. Denizin o dehşeti içinde kemal-i şevk ile o mübarek denizi kabir olarak kabul ediyordum. Böyle kaza ile vefat eden şehid hükmünde olduğu gibi, şehid de veli hükmünde olmasından altı arkadaşıma acımadım. Yalnız içinde bulunan çocuğa bir parça acıdım. O kayığın makinası bozulduğu ve yelkeni de rüzgâr onun aksiyle geldiği için, faide vermediğini ve denizin mevc-leri de pek büyük; evvelâ kayığa ve zahiren bize hücum etmesiyle beraber kayığın içine girmediği için kemal-i sabır ve şükürle karşıladık ve sâlimen sahile çıktık. Elhamdülillâhi alâküllihâl dedik..."
Fırtınadan sonra yangın
Sağ salim sahile çıkan Demirci Salih Efendi ve arkadaşları orada ihtiyar bir kadının kulübesine iltica ediyorlar.
İhtiyar köylü kadın kafilede Üstad Bediüzzaman'ı görünce sevinç içinde:
"Allahım nerelerden gönderdin sen bunları?" diyor.
Bunları anlatan Demirci Salih, Üstad'ın hiç ıslanmadığını, üzerinde en ufak bir yaş bulunmadığını söylüyor. Kulübede çay yapma hazırlığına başlayan Demirci Salih bu defa ateş yakarken kulübedeki çalıları tutuşturup, yangın çıkartıyor.
Şakir Çağlar benim heybem diye heybesini kurtarmaya çalışırken, kadın burada üç yüz liralık eşya var, diye feryada başlıyor. Bereket, destide su varmış, suyu atarak muhtemel büyük bir yangını böylece önlüyorlar.
Bu zamana kadar sabreden Bediüzzaman, Demirci Salih'i yanına çağırarak yüzüne bir tane tokat aşkediyor. Tokadı yiyen Salih Efendi bu vakayı şöyle anlatır:
"Üstad bir vurdu, bir vurdu ki barut gibi yaktı... Üstad 'Orada öyle ettin, burada da böyle ettin...' diyor. Tokadı yiyince aklım başıma gelmişti. Üstad kalk, dedi, namaz kılalım. Kalktık göl kıyısında namaz kıldık..."
Namazdan sonra bir merkep bularak, Üstadı merkebe bindiriyorlar, arkasına da küçük Said'i yükleyip Barla'ya doğru yola koyuluyorlar..
Aziz, sıddık, müdakkik, meraklı kardeşim Refet Bey,
Sizin gibi hoş-sohbet bir kardeşimi, haksız olarak sual sormamaya ve sükûta davet ediyordum. Çendan bu davette mâzurum, belki mecburum. Çünkü, bugün dört saat mütemadiyen kâtibi bekledim ki, bir mektup yazacağım, olmadı. Tâ ben yirmi dakikadaki mesafeye gittim. Bağ suyu başında bularak uykusuz yorgun buldum. Onu aldattım, "Az bir işim var" dedim. Halbuki on dakika zannedip, iki saat zarurî yazılar yazdırdım. Zaten kafam da yorgun ve istirahate muhtaçtır. Fakat Refet gibi bir müştakı susturmanın cezası olarak bir tokat yedim. Senin bu hafta edeceğin kolay, lâtif sualine bedel, Senirkentli arkadaşlarımız müz'iç, eski Said'in kuvve-i hafızasına havale edilecek acip sualleri sordular. Dedim kendi nefsime: "Müstehak oldu. Sen Refet'i dinlemedin, işte bunları dinle." Halbuki onlara cevap vermek lâzım geliyor. Çünkü onlara, böyle meselelerde dinsizler ilişiyorlar. Mecburî, gayet muhtasar ve nâkıs ve kısa cevap yazdım. Fakat yine Refet'in hatırı için yazdım.
O cevabı, bundan evvel dört suale cevap ve mugayyebât-ı hamseye dair Sabri Efendi ve Hafız Ali'nin suallerine dair kısa cevabı, Hüsrev ile beraber okuyunuz. Münasip görürseniz, üçü birden, ya On Altıncı Lem'a veya yazılmayan On Dördüncü Mektup makamına kaim edilsin.
Hem yanlış varsa tashih edersiniz. Çünkü, cevapların aslı sünuhat olmakla beraber, tafsilâtında fikrim karışarak yanlış edebilir. Hafız Ahmed Efendi On Dokuzuncu Mektubu yazacaktı; acaba başladı mı? Ona çok selâm ediyorum. Yazı hizmeti ehemmiyetlidir, kaç cihette ibadettir. Senin mübarek hanenizdeki mâsumlara dua ediyorum. Ve malûm ders arkadaşlarına çok selâm ediyorum. Keçeci Şeyh Mustafa Efendi bazı risaleleri yazıyordu. İnşaallah böyle kudsî hizmete öyle mübarek zatlar iştirak ederler. Ona da bilhassa selâm ediyorum ve duasını istiyorum. Hacı İbrahim Efendi ve Bedreddin'i, Refet'i tahattur ettikçe, ekseriyetle onları hatırlıyorum. Onlara da bilhassa selâm ediyorum.
Kardeşiniz Said Nursî
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://risaleforum.yetkin-forum.com
saidler
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler


Mesaj Sayısı : 251
Yaş : 64
Nerden : istanbul
Kayıt tarihi : 16/10/08

RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Empty
MesajKonu: Geri: RİSALE İ NURDA TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR?   RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Icon_minitimeSalı Ara. 23, 2008 5:53 am

Ey sevgili Üstadım, ey kıymettâr Hocam, ey senelerden beri aradığım muhterem mürşidim, ey aziz dellâl-ı Kur'ân,
Iztıraplarımın sürûra inkılâp etmekte olduğunu hissediyorum. Uzakta olanın kusuru görülmez, tokat yakında olana vurulur. Kalbim bu cümlelere "Hâzâ min fadli Rabbî" diyor. Fakat dimağımdan silinmeyen birşey varsa, o da aziz Üstadımın elemlerine iştirak etmek idi.
İnsaniyet namına sizden isterim ki, tâ bayrama kadar benim yüzümü dünyaya çevirmeyiniz. Ben sizi düşünmediğim gibi, siz dahi beni unutunuz. Bu mübarek aylarda benim gibi dünyadan küsmüş bir bîçâreyi âhiret zararına gayet ehemmiyetsiz dünya işleriyle meşgul etmeye mecbur etmeyiniz.
Bu mânidar yeni zelzeleyi merak ettim. Kalben dedim: Eğer sair yerlerde bu şiddetle olmuşsa, her halde Nur şakirtlerine dahi yine bir tecavüz var. Yoksa benim yalnız mektubumla alâkadardır, diye sordum. Dediler: Yalnız Ankara hafif, Afyon ve Eskişehir ve bu Emirdağında ve en şiddetlisi bu kasabada olmuş. Fakat medar-ı hayrettir ki, dört defa şiddetli olduğu halde, hiçbir zarar olmadı. Bunun bir hikmeti budur:
Kat'î emir verilmiş ki: "Said'i cebren hükûmete getiriniz."
Bekçiler ve bir onbaşı gelmişler. Kapımı kapamıştım, kilitlemiştim. Onlar demişler: "Biz istifa ederiz, onun kapısını kırmayacağız." Dönmüşler, gitmişler.
Demek bu hususî zelzele müdafaatımdaki zelzeleler gibi Risale-i Nur'la alâkadardır ki, bu defa hususî kaldı, hem şiddetiyle beraber zararsız geçti.
Eğer Nurun buradaki küçücük medresesinin kapısını kırsaydılar, elbette tokat ciddî olacaktı, yalnız ihtar için olmayacaktı. Gerçi bu taarruz cüzî ve hafif idi, fakat ben gizlemem ki, hiç bu defa gibi damarıma dokunmamıştı. Fakat Nur ve Nurcuların hatırı için, harika tahammül ettim. Çünkü o bedbaht, hükûmette, vazife sandalyesinde bana şetmedip hizmetçime der: "Git, ona söyle." Hükûmetin nüfuzunu serseri şahsına mal ederek meydan okumuş. Ve Eski Said'in bende irsiyet kalan damarıma çok ilişti. Fakat fevkalâde ehemmiyetli olan sükûn ve temkin ve itidal-i dem ve sabır ve tahammülün kat'î lüzumu beni teskin etti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://risaleforum.yetkin-forum.com
saidler
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler


Mesaj Sayısı : 251
Yaş : 64
Nerden : istanbul
Kayıt tarihi : 16/10/08

RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Empty
MesajKonu: Geri: RİSALE İ NURDA TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR?   RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Icon_minitimeSalı Ara. 23, 2008 5:53 am

BEKİR DİKMEN

İlk Nur Risalesini bastırdı
Nur Risalelerinden Onuncu Lem'a'da ve Emirdağ Mektuplarında ismi, bahsi ve hizmeti geçen Bekir Bey (Dikmen) Barlalı bir tüccardır.
Bekir Dikmen, l898 senesinde Barla'da doğmuş, l954 senesinde İstanbul'da vefat etmiştir. Edirnekapı Şehitliğine defnedilmiştir.
Onuncu Lem'a'da Bediüzzaman Bekir Beyden şöyle bahis açmaktadır:
"Bekir Efendi Onuncu Söz'ü tab etti. İ'caz-ı Kur'ân'a dair Yirmi Beşinci Söz'ü yeni huruf çıkmadan tab etmek için ona gönderdik. Onuncu Söz'ün matbaa fiatını gönderdiğimiz gibi onu da göndereceğiz diye yazdık..."
Bekir Beyle alâkalı olarak şefkat tokatlarının altıncısı olan yukarıdaki parça, Bekir Beyin, Üstadın fakir halini düşünerek Yirmi Beşinci Sözü' bastırmadığını anlatmaktadır. Neticede harf inkılabı olunca eser basılamıyor, Bekir Beyin dokuz yüz lirasını hırsızlar çalıyor. Şefkatli ve şiddetli bir tokat yiyor.
Bediüzzaman:
"İnşaallah ziyana giden dokuz yüz lira, sadaka hükmüne geçti" diye ifade etmektedir.
Bekir Bey, ilk Nur Risalesini bastırmak ve Nur'un ilk nâşiri olmak gibi bir devlet ve saadete nail olan bahtiyarlardan olarak ebediyete intikal etti.

"Bediüzzaman'ın tokadı ve İnönü'nün seçimi kaybetmesi"
"Yine Mustafa Bilal'in yakın akrabalarından Hasan Usta anlatmıştı: '1950 seçimleri olurken ben ağır hastaydım. Yarı uyur-yarı uyanık haldeyken, 'Bediüzzaman geldi, Mehdi geldi, Said bin Mirza geldi' dediler. Sonra baktım, Afyon Kalesinin önünde yüksek bir taht kurulmuş ve İnönü büyük bir kalabalığa hitap ediyor. Sonra 'Mehdi çıktı' diye bir ses işitilidi. Ve kaleden birisi çıktı, dolanarak geldi. İnönü konuşurken ona öyle bir tokat akşetti ki, İnönü tepe taklak kürsüden yuvarlandı ve yere düştü, ben de bu sırada uyandım. Daha sonra İnönü seçimlerde ağır bir yenilgi alarak seçimleri kaybediyor.
"Ben ilk zamanlar şapka giyiyordum. Bana birçok Nur talebesi şapkayı çıkarmamı söylemişlerdi. Ben ise çıkarmaya sıkılıyordum. Bir gece rüyamda. 'Üstad Hazretleriyle bir yere çıkıyoruz, elini benim omzuma atıyor. Bakıyor ki, başımda şapka var. Elinin tersi ile şapkamın güneşliğine vuruyor. Şapkayı gökyüzünde hayal-meyal görüyorum, daha sonra şapka tepesi aşıp kayboluyor.
"Yine bir gün rüyamda, geniş bir sahanın ortasında bir tepeciğin üzerinde ben cemaate mukabele okuyorum. Bir ara, 'Peygamberimiz (a.s.m.) geliyor' dediler. Derken Peygamberimiz (a.s.m.) başı göklere değiyor bir şekilde yanımıza geldi. Cübbesini açtı, cemaati içine aldı. Nihayet ben okumayı bitirdim. Peygamberimiz (a.s.m.) de cübbesini toplayıverdi. Daha sonra o bir anda Üstad Hazretleri oldu. Ben de elini öptüm. Uyandığımda ' El-ulemâu veresetü'l-enbiya' hadisi aklıma geldi. Demek ki, Üstad Hazretleri sünnete tam ittiba etmekle bu zamanda irşad vazifesiyle memurdur, diye kendime göre yorum yaptım.

Lâtif bir tevafuktur ki, bir aydan beri burada hiç yağmur gelmiyordu ve kalbimiz dahi malûm taarruzdan Nurculara gelen füturdan ağlıyordu. Birden, Hüsrev'in, iki gün evvel makine müjdesi ve Nazif'in bugün tafsilli mektubu ve makinenin yazısının nümunesi elime verildiği aynı zamanda; ve bana hizmet edenler Eskişehir ezan-ı Muhammedî'yi okumaya başlaması ve malûm çavuşa bana ihanet için emr-i cebrî veren adam tokat yediğini dedikleri aynı vakitte rahmet yağmuruyla çoktan ağlayan mahzun kalblerimizin büyük ferahlarına ve sevinç ve inşirahlarına tam tamına tevafuku ve tetabuku, inşaallah bir fa'l-i hayırdır.

suâl: Bazı mütedeyyin zatların, dünyadâr haremleri yüzünden ziyade sıkıntı çekmeleri nedendir? Bu havalide bu nevi hadiseler çoktur.
Gelen cevap: O mütedeyyin zatlar, diyanetlerin muktezası böyle serbestiyet-i nisvan zamanında öyle serbest kadınların vasıtasıyla dünyaya girişmeleri hatalarından, o kadınların eliyle tokat yemelerine kader müsaade etti.
Mütebakisi, bir mübarek hanımın şuursuz müdahalesiyle geri kaldı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://risaleforum.yetkin-forum.com
saidler
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler


Mesaj Sayısı : 251
Yaş : 64
Nerden : istanbul
Kayıt tarihi : 16/10/08

RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Empty
MesajKonu: Geri: RİSALE İ NURDA TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR?   RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Icon_minitimeSalı Ara. 23, 2008 5:53 am

SELAHADDİN DOKUMACI

"Üstad, kalbimden geçirdiğim her şeyi cevaplandırdı."
Yakın hemşehrimiz ve hocamız Selahaddin Dokumacı, Ekim 1959 tarihinde büyük bir arzu ve iştiyakla Üstad Bediüzzaman'ı ziyaret etmek ister ve bu hususta birçok sıkıntılara katlanarak yola revan olur. Şimdi kendisini dinliyoruz:
"Vasıta sıkıntısının olduğu 1959 Ekim'inde, Erciş'ten tâ Emirdağ'a gitmek ancak Allah'ın keremiyle oldu. Önce Diyarbakır'da Mehmed Kayalar'a uğradım. Onların dualarını aldıktan sonra, Konya yolu ile Emirdağ'a vâsıl oldum. Bir kahvede oturdum. Gözümün kestirdiği kişilere Üstadı nasıl bulabileceğimi sordum. Yakın alâka göstermekten çekinen halkın içinden biri, bu işin zor olduğunu ifade etti. Daha sonra nasıl olduysa Zübeyir Ağabeyin tevassutu ile Üstad Bediüzzaman'ın nurlu huzurlarına kabul edildik.
"İçeriye girdiğimde Üstad yatakta yatıyordu. Hemen bir hoşâmedi ile oturmamızı söylediler. Ben ise mübarek ellerine kapanarak öptüm. Oturduktan sonra bana ismimle hitap ederek, Van'dan Molla Hamid Ağabeyi ve Diyarbakır'dan Mehmed Kayalar'ı sordu. Diyarbakır'da Kayalar ile Müftü Molla Halil arasında bir hadise olmuştu. Onunla alâkalı olarak bana müsbet hareket tavrı içinde olunmasını söyledi. Diyarbakır'a gittiğimde bunu söylememi emir buyurdular. Tabii ki, ondan bir müddet sonra Risale-i Nur aleyhinde bulunan Müftü Molla Halil büyük bir tokat yiyerek sakat ve perişan oldu.
"Üstad Hazretleri Van'a gitmek istediklerini, fakat hükümetin buna müsaade etmediğini söyledi. 'Çünkü hükümet benden korkuyor ve endişe ediyor' dedi ve şöyle devam etti:
"Selahaddin'im, ben dört yıl evvelinden senin ismini yazmışım. Seni ve Nur talebelerini bazen ismiyle, bazen de hayaliyle derhatır edip, dualar ediyorum.'

Risale-i Nur'a sıkıntı veren, veyahut hizmetinden çekilen pek çok adamların tokat yemeleri gibi, bu sene, bu memleketin etrafında umumî bir tarzda Risale-i Nur'un intişarına sıkıntı verip şimdiki bir nevi tevakkuf devresi vermek hatâsıyla, şimdiki umumî sıkıntının bir sebebi olduğunu göstermesidir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://risaleforum.yetkin-forum.com
saidler
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler


Mesaj Sayısı : 251
Yaş : 64
Nerden : istanbul
Kayıt tarihi : 16/10/08

RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Empty
MesajKonu: Geri: RİSALE İ NURDA TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR?   RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Icon_minitimeSalı Ara. 23, 2008 5:54 am

Çok ehemmiyetlidir.
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Bugünlerde, gayet sadık ve dikkatli bir kardeşimizin ihtiyatsızlığından küçük bir tokat yemesi münasebetiyle, hem bu dört ay müddetçe, binler adam kadar alâkadar olduğum halde ahval-i âlemden, siyaset ve harpten kat'iyen bir haber almayıp ve istemeyip ve merak etmez bir tarzda bulunmamdan, Feyzi ve Emin gibi has kardeşlerimin hayretleri ve istifsarları sebebiyle bir hakikatten, çok defa beyan ettiği gibi yine bir parça ondan bahsetmek lüzum oldu. Şöyle ki:
Hakaik-i imaniye, herşeyden evvel bu zamanda en birinci maksat olmak ve sair şeyler ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalmak ve Risale-i Nur'la onlara hizmet etmek en birinci vazife ve medâr-ı merak ve maksud-u bizzat olmak lâzım iken, şimdiki hâl-i âlem hayat-ı dünyeviyeyi, hususan hayat-ı içtimaiyeyi ve bilhassa hayat-ı siyasiyeyi ve bilhassa medeniyetin sefahet ve dalâletine ceza olarak gelen gadab-ı ilâhinin bir cilvesi olan Harb-i Umumînin tarafgirâne, damarları ve âsabları tehyîç edip bâtın-ı kalbe kadar, hattâ hakaik-i imaniyenin elmasları derecesine o zararlı, fâni arzuları yerleştirecek derecesinde bu meş'um asır öyle şırınga etmiş ve ediyor ve öyle aşılamış ve aşılıyor ki, Risale-i Nur dairesi haricinde bulunan ulemalar, belki de velîler o siyasî ve içtimaî hayatın rabıtaları sebebiyle, hakaik-i imaniyenin hükmünü ikinci, üçüncü derecede bırakıp, o cerayanların hükmüne tâbi olarak, hemfikri olan münafıkları sever. Kendine muhalif olan ehl-i hakikati, belki ehl-i velâyeti tenkit ve adâvet eder, hattâ hissiyat-ı diniyeyi o cereyanlara tâbi yaparlar.
İşte bu asrın bu acip tehlikesine karşı, Risale-i Nur'un hizmet ve meşgalesi, şimdiki siyaseti ve cerayanlarını o derece nazarımdan ıskat etmiş ki, bu Harb-i Umumîyi bu dört ayda merak etmedim, sormadım.
Hem Risale-i Nur'un has talebeleri, bâki elmaslar hükmünde olan hakaik-i imaniyenin vazifesi içinde iken zâlimlerin satranç oyunlarına bakmakla vazife-i kudsiyelerine fütur vermemek ve fikirlerini onlarla bulaştırmamak gerektir.
Cenab-ı Hak, bize, nur ve nuranî vazifeyi vermiş, onlara da zulümlü zulümatlı oyunları vermiş. Onlar bizden istiğna edip yardım etmedikleri ve elimizdeki kudsî nurlara müşteri olmadıkları halde, biz onların karanlıklı oyunlarına vazifemizin zararına bakmaya tenezzül etmek hatâdır. Bize ve merakımıza, dairemiz içindeki ezvak-ı mâneviye ve envar-ı imaniye kâfi ve vâfidir.
Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve bayramlarını tebrik ederiz.
Said Nursî
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://risaleforum.yetkin-forum.com
saidler
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler


Mesaj Sayısı : 251
Yaş : 64
Nerden : istanbul
Kayıt tarihi : 16/10/08

RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Empty
MesajKonu: Geri: RİSALE İ NURDA TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR?   RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Icon_minitimeSalı Ara. 23, 2008 5:54 am

Evvelce, hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı uhreviyeye tercih etmeye dair yazılan iki parçaya tetimmedir.
Bu acip asrın hayat-ı dünyeviyeyi ağırlaştırması ve yaşamak şeraitini ağırlatması ve çok etmesi ve hâcât-ı gayr-ı zaruriyeyi görenekle, tiryaki ve müptelâ etmekle hâcât-ı zaruriye derecesine getirmesiyle hayatı ve yaşamayı, herkesin her vakitte en büyük maksat ve gayesi yapmıştır. Onunla hayat-ı diniye ve ebediye ve uhreviyeye karşı ya set çeker, veya ikinci, üçüncü derecede bırakır. Bu hatâsının cezası olarak öyle dehşetli bir tokat yedi ki, dünyayı başına cehennem eyledi.
İşte bu dehşetli musibette, ehl-i diyanet dahi büyük bir vartaya düşüyorlar ve kısmen anlamıyorlar. Ezcümle:
Ben gördüm ki, ehl-i diyanet, belki de ehl-i takvâ bir kısım zatlar bizimle gayet ciddî alakadarlık peyda ettiler. O bir iki zatta gördüm ki, diyaneti ister ve yapmasını sever, tâ ki hayat-ı dünyeviyesinde muvaffak olabilsin,
________________________________________
Kastamonıu Lâhikası - Mektup No: 75 - s.1615
işi rastgelsin. Hattâ tarikatı, keşif ve keramet için ister. Demek âhiret arzusunu ve dinî vezâifin uhrevî meyvelerini dünya hayatına bir dirsek, bir basamak gibi yapıyor. Bilmiyor ki, saadet-i uhreviye gibi saadet-i dünyeviyeye dahi medar olan hakaik-i diniyenin fevâid-i dünyeviyesi, yalnız müreccih (tercih edici) ve teşvik edici derecesinde olabilir. Eğer illet derecesine çıksa ve o amel-i hayrın yapmasına sebep o fayda olsa, o ameli iptal eder; lâakal ihlâsı kırılır, sevabı kaçar.
Bu hasta ve gaddar ve bedbaht asrın belâ ve vebasından ve zulüm ve zulmetinden en mücerreb bir kurtarıcı, Risale-i Nur'un mizanları ve muvazeneleriyle, neşrettiği nur olduğunu kırk bin şahit vardır. Demek Risale-i Nur'un dâiresine yakın bulunanlar içine girmezse, tehlike ihtimali kavîdir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://risaleforum.yetkin-forum.com
saidler
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler


Mesaj Sayısı : 251
Yaş : 64
Nerden : istanbul
Kayıt tarihi : 16/10/08

RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Empty
MesajKonu: Geri: RİSALE İ NURDA TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR?   RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Icon_minitimeSalı Ara. 23, 2008 5:55 am

MEHMED GEZGİÇ
Seyrânî

Onuncu Lem'a ve Seyranî
Esas ismi Mehmed Gezgiç olan bu zat 1896'da Isparta'da doğmuştur."Onuncu Lem'a" olan "Şefkat Tokatları" risalesinde ismi ve bahsi geçmekte, yediği tokat anlatılmaktadır.
Şefkat tokatları yiyenlerin sekizincisi olarak bahsedilen Seyrani Isparta'nın Gülcü Mahallesinde oturur ve orada terzilik yapardı. Bir ara Seyrani ismindeki camide iki yıl kadar imamlık yapmıştı. Âlim ve fâzıl bir Nur talebesi olan Mehmed Gezgiç'in Seyrani lakabı imamlık yaptığı camiden dolayı kendisine verilmiştir.
Risale-i Nurları yazarak Nur hizmetlerinde bulunmuştur.
Bir merak saikasıyla Rumların terk ettikleri gömülü altın hazinelerini bulmak için uğraşmaya başlamıştı. Bunun için de cinlerle irtibat kurmaya çalışmıştı. Bu hususta Hazret-i Üstada da bazı sualler sormuştu. Fakat Üstad daha evvelleri de aynı mevzuda uğraşmaması için kendisini ikaz ederek suallerine cevap vermemişti. Kendisi ise yine cinlerle uğraşarak altın bulma işine devam etmişti. Sonra durumu adliyeye intikal etmiş ve bir sene kadar hapis yatmıştı.
Üstad Bediüzzaman bu meseleyi "Onuncu Lem'a"da Seyrani'nin yediği tokatın sonunda şöyle ifade buyurmaktadır:
"Seyrani bir şefkat tokadını yedi. Bir seneye karib, bir halvet hânede (yani hapiste) bekledi."

Şefkat tokadına sebep olan
Mehmed Seyrani'nin Üstad'a Mektubu
Üstad Bediüzzaman Barla hayatında, Kur'an-ı Kerim'in tevafuk mucizesine dair çalışmalar yapıyordu. Bu meseleyi Isparta'daki Nur talebelerine de bildirerek, onlarla istişare yapıyordu.
Meseleye alakalı olarak Isparta Nur talebelerinden Mehmed Seyranî Üstada şu mektubu yazmıştı.
"Bismihî Tealâ azze ve celle Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühü fi külli ânin elfü elfü merratin
"Çok muhterem üstadımız,
"Tevafuklu ve haşiyeli bir Kur'an-ı Kerim yazılması hususundaki fikir ve kanaatımızın iş'arına dair telakki ettiğimiz emr-i âlilerine imtisâlen fikir ve kanaatimi bervech-i âti zîrde arz eylerim, şöyle ki:
"Fakir, mahlasımdan anlaşılacağı üzere seyrine müştak olduğum cihetle nakış ve suretinden ibaret olan tevafukata fazla bir kıymet ve ehemmiyet vermemekteyim. Çünkü, bir kelimenin, satırın baş veya ortasında bulunmasında ne mahzur olabilir? Aslında, yani Levh-i Mahfuzda mevcut olduğu halde, kâğıt üzerinde tevafukat bulunmaması Kur'an-ı Hakimin hiçbir vecihle kıymetine halel vermez. Ve bu tevafukatın maddî ve manevî bir nef'i mevcut olduğunu bilmiyorum.
"Haşiye meselesine gelince: Haşiyeye yazılacak şeyler Sözler'de olduğu gibi âyât-ı Kur'aniyenin, ihtiraat-ı hâzıra-ı medeniyete göre tefsir ve tatbikinden ibaretse, bu cihet, yeri geldikçe Sözler'de izah edilmiş ve esasen, bu âyâtı fenn-i hâzır icadatına tatbikan tefsir, herkes tarafından yapılabileceği cihetle, fazla bir kıymeti haiz olmayacak ve herkes birer defa okumakla iktifa edecektir. Sözler'deki 'Allahu nûrussemâvati velard' ilaahir, 'Kutile ashabü'l-uhdud' ilâahir... âyetlerinin tefsirleri olan elektrik tesisatı ve şimendifer bu kabildendir. Fakat, istiyorum ki, Kur'an-ı Hakim'in yüksek maani-i celile ve esrar-ı hafiyesi üzerinde birer parça perde kaldırılarak henüz ihtirâ edilmemiş ve belki bir kaç yüz sene sonra ihtiraı mümkün fünundan bahsedilsin.
"Velâ ratbin velâ yabisin' ilaahir... 'Ve yahluku mâlâ ta'lemûn' âyât-ı celileri bize ilm-i cifir ve ilm-i cerr-i eskâl vs gibi ulum-u mensiye-i mektumeden başka nice yüzbin fünunun Kur'an-ı Hakimde münderiç olduğunu beyan buyurduğuna göre, Kur'an-ı Hakimde münderiç olduğunu beyan buyurduğuna göre, Kur'an-ı Azimü'l-Bürhan'ın projektörüyle bütün dünya milletlerinin gözlerini kamaştırıp sulandırmak ve ister istemez yönlerini Kur'an-ı Hakime çevirmek için esrar-ı hafaya-yı Kur'aniye'den bazıları açık edilecekse haşiye yapmak doğru, ve illâ fuzuli emek ve zahmet olacağından, bundansarf-ı nazarla bu asra layık ve uygun bir şekilde müstakil bir ilm-i kelâm yazılarak her gün biraz daha tersin edilmekte olan dinsizlik kalesinin kökünden sökülüp atılması daha muvafık-ı maslahat olacağını arz ve beyân eder ve bilvesile ellerinizden öperek, fikir ve kanaatımda ayağımın kaydığı nükat hakkında tenvir ve ihtar-ı mürşidanelerini niyaz eylerim efendim."
Terzi Mehmed SEYRANÎ

"Terzi Mehmed Seyranî" şeklindeki imzasını okuduğumuz bu zat, bir dua arayarak, okuyup hazine bulmak isteyen bir kimsedir. Onuncu Lem'adaki şefkat tokatları risalesinin sekizinci tokattaki şu bahsi de okuyunca Seyrani Efendi'nin şefkat tokadını daha iyi anlamaktayız:
"Seyranî'dir. Bu zat, Hüsrev gibi Nura müştak ve dirayetli bir talebemdi. Esrar-ı Kur'aniyenin bir anahtarı ve ilm-i cifrin mühim bir miftahı olan tevâfukata dair Isparta'daki talebelerin fikirlerini istimzaç ettim. Ondan başkaları, kemal-i şevk ile iştirak ettiler. O zat başka bir fikirde ve başka bir merakta bulunduğu için, iştirak etmemekle beraber, beni dekatî bildiğim hakikattan vaz geçirmek istedi. Cidden bana dokunmuş bir mektup yazdı. "Eyvah! Dedim, bu talebemi kaybettim!' Çendan fikrini tenvir etmek istedim. Başka bir mânâ daha karıştı. Bir şefkat tokadını yedi. Bir seneye karib bir halvethânede (yani hapiste) bekledi."
Nur Üstadı dinlemeyip, hatta muhalefet ederek, üstadın katî bildiği tevafuk meselesinden vazgeçirmeye çalışan, defineci Seyranî Efendi, bu yaptığı işten dolayı şefkat tokadını yiyerek, yakalanıp birsene hapiste yatıyor.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://risaleforum.yetkin-forum.com
saidler
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler


Mesaj Sayısı : 251
Yaş : 64
Nerden : istanbul
Kayıt tarihi : 16/10/08

RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Empty
MesajKonu: Geri: RİSALE İ NURDA TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR?   RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Icon_minitimeSalı Ara. 23, 2008 5:56 am

MUSTAFA KIRIKÇI"Üstaddan dinlediklerim"
"Kardeşi Abdülmecid Efendi Konya'da oturduğu için, bizi görünce hemen onu sorar ve onun iyilik haberlerini beklerdi. Ben de zaten Abdülmecid Efendi ile tam temasta olduğum için, Üstada gideceğimi önceden Hoca Efendiye söyler, selâmını götürdüm. Birkaç defa Üstaddan; Abdülmecid'i on beş sene okuttuğunu, şimdi onun gibi bir âlim ne Türkiye'de ne de Mısır'da yoktur, dediğini işittim.
"İlk ziyaretlerimde; bu acizi ne talebeleri içine aldığını ve dualarına dahil ettiğini tebşir ile, 'Ben talebelerimin yalnız kendilerini değil, onların ana babalarını ve diğer yakınlarını da dualarıma alıyorum' buyurmuştu.
"Birkaç defa, Said Gecegezen'le beraber gittik. Üstad bizi omuz omuza beraber görünce çok sevinirdi. Bir defasında, Müfessir Mehmet Vehbi'nin, Risale-i Nur'u çok takdir ettiğini söyleyerek, ahfadından olanlar selâm gönderdi. Başka bir vakitte Emirdağ'da, 'Mevleviler, ehl-i dalâlete mütemadiyen tokat vuruyorlar. Konya'da bulunan Mevlevilere selâmımı söyle' demişti. Ayrıca, 'Feyzi'ye selâm ediyorum' diye Feyzi Halıcı'ya da selâm göndermişti. Aynı yıllarda, Mehmed Kayalar'ın hizmetleri çok şaşaalıydı, Üstad da onu çok seviyordu ki, belki üç dört ziyaretlerimde ondan, 'Kahraman Kayalar' diye sitayişle bahsettiğine şahit oldum. Hattâ yanındakilere, 'Getirin Kayaların yazdığı mektubu, okuyun kardeşime' buyurup, 'Kayalar da Konyalı' demişti.
"Ben, Üstada yapılan bed muamelelerden dolayı Menderes'e hiddetlenip, çokça da tenkidde bulunuyordum. Birgün Emirdağ'daki odasında Üstad, bana, 'Kardeşim, Menderes bize taraftardır; benimle görüşmek için bana iki mebus gönderdi, fakat ben kabul etmedim' dedi.
"Öğretmen A. Hamdi Savlı Ispartalı olduğu için, yaz tatili günlerinde Üstadın derslerine devam ediyordu. Ben de ona imrendiğim için bir Isparta ziyaretimde, yaz tatilinden istifade ile bir müddet yanlarında kalmak istemediğimi söyledim. Üstad, 'Hayır olmaz' dedi. 'Eğer sen Konya'da olmasa idin, Hamdi'yi oraya gönderirdim' diyerek kabul etmedi.
"Gazetelrde Üstada ve Nur talebelerine iftira ve sataşma yazıları çokça neşredilirdi. Benim de bunlara karşı, o zamanın Hür Adam gazetesinde birkaç tane makale şeklinde yazılarım yayınlanmıştı. Herhalde Üstad bunlardan haberdar olmalı ki, birgün Emirdağ'da, yazılarımın devam edip etmediğini sordu. 'Yazmıyorum' deyine, 'Hayır, yaz, yaz' buyurmuşlardı.
"Konya'dan bir bayram günü, merhum Dr. Sadullah Nutku, Said Gecegezen, Osman Yıldız ile beraber beş kişilik bir grup halinde, bir taksi ile Emirdağ'a gidip Üstadın odasında kabul edildik. Üstad, yine karyolasında bizlere hitaben, 'Ben bayramlarda kimse ile görüşmüyordum, Isparta'dan da bu sebeple buraya gelmiştim, ama şimdi sizleri, Seydişehir ve havalisi namına kabul ediyorum' demişti. O sıra yine bizlere, yüzüne fazal bakmamamızı ihtarla, nazardan kendisinin rahatsız olduğunu ilâve etmişti.

Avrupa'nın ejderhaları (büyük devletleri) her ne vakit şu devlet-i İslâmiyeye bir tokat vurmuşlarsa, üç yüz elli milyon İslâmı ağlatmış ve inletmiş. Ve o müstemlekât sahipleri, onları inletmemek ve sızlatmamak için elini çekmiş, elini kaldırırken indirmiş. Şu hiçbir cihetle istisgar edilmeyecek mânevî ve daimî bir kuvvetüzzahr yerine hangi kuvvet ikame edilebilir, gösterilsin. Evet, o azîm mânevî kuvvetüzzahrı menfi milliyetle ve istiğnâkârâne hamiyetle gücendirmemeli.

Aziz kıymettar, sadık ve sebatkâr kardeşlerim,
Fihristeyi, taksimü'l-â'mâl tarzında mütesanid heyetinizin şahs-ı mânevîsine tevdiiniz çok güzeldir. Tam ve daimî bir üstad buldunuz. O mânevî üstad, bu âciz kardeşinizden çok yüksektir; daha bana ihtiyaç bırakmıyor.
Sabri kardeş, senin rüyan mübarektir ve manidardır. İnşaallah zaman onu tabir edecek.
Kardeşlerim, sizin hatırınız ve askerliğiniz endişesi için hâdisât-ı zamana baktım, kalbime böyle geldi:
Menfî esasata bina edilen ve Karun gibi "Bu servet, bilgim sayesinde bana verilmiştir." Kasas Sûresi, 28:78. deyip, ihsân-ı Rabbânî olduğunu bilmeyip şükretmeyen ve maddiyun fikriyle şirke düşen ve seyyiatı hasenatına galip gelen şu medeniyet-i Avrupaiye öyle bir semavî tokat yedi ki, yüzer senelik terakkîsinin mahsulünü yaktı, tahrip edip yangına verdi.
Avrupa zâlim hükûmetleri zulümleriyle, Sevr Muahedesiyle âlem-i İslâma ve merkez-i Hilâfete ettikleri ihanete mukabil öyle bir mağlûbiyet tokadını yediler ki; dünyada dahi bir cehenneme girip çıkamıyorlar, azapta çırpınıyorlar.
Evet, bu mağlûbiyet, aynen zelzele gibi, ihanetin cezasıdır. Burada çok zatlar kat'iyen hükmediyorlar ki, Risaletü'n-Nur'un iki merkez-i intişarı olan Isparta ve Kastamonu vilâyetleri sair yerlere nispeten âfât-ı semâviyeden mahfuz kaldıklarının sebebi, Risaletü'n-Nur'un verdiği iman-ı tahkikî ve kuvvet-i itikadiyedir. Çünkü böyle âfatlar, za'f-ı imandan neşet eden hatâların neticesidir. Hadisçe, sadaka belâyı def ettiği gibi,4 o kuvve-i imaniye dahi o âfâta karşı derecesiyle mukabele ediyor.
İçinizde Arap olmayan milletlerin çoğalacağı günler yakındır. Onlar sizin malınızı ve herşeyinizi gözünüz önünde yiyecekler ve ensenize tokat indirecekler." Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:341; Hafâci, Şerhu'ş-Şifâ, 3:194; Aliyyü'l-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:692; el-Heysemî, Mecme'u'z-Zevâid, 7:310; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:519; Müsned, 2:288, 296, 304, 324, 377, 520, 4:66, 5:38.

Aziz kardeşim, hamiyetli arkadaşım, gayretli talebem, sevgili biraderzadem,
Senin güzel mektubun bana şifalı oldu. Ben ziyade rahatsızken onu okudum, bana bir sürur verdi, o sürur dahi o hastalığa bir hiffet verdi. Şu hastalığın sırrı, insanlardan istiğnâya dair sana yazdığım mektubun kerametidir. Çünkü, o mektubu bir gün iki-üç zata, onların hediyelerinin adem-i kabulüne medar olmak için okudum. Aynı günde o zatın hanesine gittim. Az bir yemek getirdi, arkadaşlarımın hatırları için bir parça yedim. Hiç hatırıma gelmedi ki, o günde o hakikatli mektubu o yemek sahibine okudum, şimdi muhalefet ediyorum. Yemekten sonra hatırıma geldi. Fakat "Hediye kabul edemiyorum, belki yemek yenilir"
________________________________________
Barla Lâhikası - Mektup No: 210 - s.1513
tahmin ettim. Fakat "Yapmadıkları şeyleri söylerler." Şuarâ Sûresi, 26:226. altına girdiğimden, öyle bir şiddetli tokat yedim ki, bu dört senede böyle hastalık görmemiştim. Fakat Cenab-ı Hakka şükrettim ki, bir-iki senedir bazı emareler ve hadiselerle zannettiğim bir hakikat, bu tokatla gayet kat'iyetle göründü.
Şeyh Mustafa'ya benim tarafımdan geçmiş olsun de ve şu hikâyeyi ona söyle:
Eskide iki ciddî âhiret kardeşleri varmış. Biri hasta düşer; ötekisi ziyaretine gitti. Dua eder, hasta iyi olmaz. "Öyleyse sen kalk, ben yatacağım" demiş. Hasta kalkmış, onun yerine hasta olarak yatmış. Her neyse... Demek Şeyh Mustafa ile kardeşliğimiz ciddîleşmiş ki, ben hastalığına dua ettim, kabul olmadı. Fakat birkaç gün devamı mukadder olan hastalığının bir parçası bana verildi. İnşaallah ona bir parça hiffet gelmiştir.
Kuleönü karyesinden elmas kalemli Mustafa'nın kıymettar arkadaşı Hafız Mustafa'nın fıkrasıdır.
Ey Feyyâz-ı Mutlak ve Vâhid-i Ehad olan Cenab-ı Allah'a giden tarik-i müstakim yolunu gösterip, pek elemli ve pek hatarlı uhrevî hayatımın kurtulmasına sebep olan Üstadım Efendim,
Bundan dört mah mukaddem, Kur'ân-ı Hakîmin elmas, inci dükkânından pırlantaları ve vüs'atimiz kadar uhrevî harçlığı almak üzere ziyaretinize arkadaşım Mustafa ile varmıştık. "Niçin geldiniz?" diye şefkatli bir tekdire binâen müteessirâne geriye döndük. O tekdirden gelen şefkatli ve ücretli bir fırtınaya tutulduk. O zaman Üstadımın iksir-i âzam olan o mübarek kalbini rencide ettiğimizi anlayınca, ikinci bir teessür bana geldi. Bu zamana kadar pek âciz, hiç-ender-hiç olan zayıf ruhum o teessürler içinde feryad ederken, şefkatli tokat risalesinde,
bizim fırtınalı tokadımızı zikreden Üstadımızın hakkımızda ne derece şefkatli olduğunu anladık. O teessürâtımız sürura kalboldu. Elhamdü lillâhi hâzâ min fadli Rabbî.

Teşbihte hata olmasın, sen bir iktidarsız çocuğu omuzuna alsan, onu muhayyer bırakıp "Nereyi istersen seni oraya götüreceğim" desen; o çocuk yüksek bir dağı istedi, götürdün. Çocuk üşüdü yahut düştü. Elbette "Sen istedin" diyerek itab edip, üstünde bir tokat vuracaksın. İşte, Cenâb-ı Hak, Ahkemü'l-Hâkimîn, nihayet zaafta olan abdin iradesini bir şart-ı âdi yapıp, irade-i külliyesi ona nazar eder.
[Bu risalenin felsefeye vurduğu tokat, beşere zararlı ve dine zıt olan felsefe kısmıdır. Beşere menfaatli ve diyanete dost olan felsefe değildir. Hem "ecnebi kâfirler" tâbiri, İslâmiyet ve din aleyhinde çalışanlara aittir.]
Nasıl ki, nazdar bir çocuk, ağlamasıyla, ya istemesiyle, ya hazin haliyle matluplarına öyle muvaffak olur ve öyle kavîler ona musahhar olurlar ki, o matluplardan binden birisine bin defa kuvvetçiğiyle yetişemez. Demek zaaf ve acz, onun hakkında şefkat ve himayeti tahrik ettikleri için, küçücük parmağıyla kahramanları kendine musahhar eder. Şimdi, böyle bir çocuk, o şefkati inkâr etmek ve o himayeti itham etmek suretiyle, ahmakane bir gururla, "Ben kuvvetimle bunları teshir ediyorum" dese, elbette bir tokat yiyecektir.
İşte, insan dahi, Hâlıkının rahmetini inkâr ve hikmetini itham edecek bir tarzda, küfran-ı nimet suretinde, Karun gibi
"Bilgim sayesinde bu bana verildi." Kasas Sûresi, 28:78; Zümer Sûresi, 39:49. yani "Ben kendi ilmimle, kendi iktidarımla kazandım" dese, elbette sille-i azâba kendini müstehak eder.
"Böylece onların üzerine bir zillet ve yoksulluk damgası vuruldu." Bakara Sûresi; 2:61. âyet-i celilesinin bir nüktesi
Aziz Nur kumandanı ve Kur'ân'ın hâdimi kardeşim Refet Bey, Yahudi milleti hubb-u hayat ve dünyaperestlikte ifrat ettikleri için, her asırda zillet ve meskenet tokadını yemeye müstehak olmuşlar. Fakat bu Filistin meselesinde; hubb-u hayat ve dünyaperestlik hissi değil, belki enbiya-yı Benî İsrailiyenin mezaristanı olan Filistin, o eski peygamberlerin kendi milliyetlerinden bulunması cihetiyle, bir cihette bir ehemmiyetli hiss-i millî ve dinî olmasından, çabuk tokat yemiyorlar. Yoksa, koca Arabistan'da az bir zümre hiç dayanamayacaktı, çabuk meskenete girecekti.
Said Nursî
Ey zevk ve lezzete müptelâ insan! Ben yetmiş yaşımda, binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hâdiselerle aynelyakîn bildim ki, hakikî zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imandadır ve iman hakikatleri dairesinde bulunur. Yoksa, dünyevî bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesi yedirir, on tokat vurur, hayatın lezzetini kaçırır.
DR. TAHİR BARÇIN
"Ben öldükten sonra yerimin bilinmemesini istiyorum"
"Yine o tepede, vefatından bahsetti. 'Ben ölürsem ne yaparsınız?' deyince?' Mehmet Çalışkan:
"Burada Hacı Yusuf Dede vardır, sizi oraya, o zatın yanına defnederiz!' dedi.
"Üstad cevaben:
"Yok, beni Ispartalılar isterlerse onlara verin. Hem ben öldükten sonra yerimin belli olmamasını istiyorum. Çünkü türbeye gelenler kimi ekmek asacak, kimi ip bağlayacak, kimisi de benden dilekte bulunacak. Beni kabrimde rahatsız edecekler. Şimdi birisi gelip de elimi öpmek istese bana tokat vurmak gibi oluyor. Hiç böyle şeyleri istemiyorum. Mezarımın bilinmemesini istiyorum...'
"Daha sonraki cereyan eden hâdiseler malum..
"Zulmettiler ona, onlar zulmetti, fakat Cenab-ı Hak Üstad'ın duasını kabul etti..."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://risaleforum.yetkin-forum.com
saidler
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler


Mesaj Sayısı : 251
Yaş : 64
Nerden : istanbul
Kayıt tarihi : 16/10/08

RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Empty
MesajKonu: Geri: RİSALE İ NURDA TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR?   RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Icon_minitimeSalı Ara. 23, 2008 5:57 am

İkinci sual: Niçin gâvurların memleketlerinde bu semavî tokat başlarına gelmiyor, bu biçare Müslümanlara iniyor?
Elcevap: Büyük hatalar ve cinayetler tehirle büyük merkezlerde ve küçücük cinayetler tâcille küçük merkezlerde verildiği gibi, mühim bir hikmete binaen, ehl-i küfrün cinayetlerinin kısm-ı âzamı Mahkeme-i Kübrâ-yı Haşre tehir edilerek, ehl-i imanın hataları kısmen bu dünyada cezası verilir. Hem Rus gibi olanlar, mensuh ve tahrif edilmiş bir dini terk etmekle, hak ve ebedî ve kabil-i nesh olmayan bir dine ihanet etmek derecesinde gayretullaha dokunmadığından, zemin şimdilik onları bırakıp bunlara hiddet ediyor.
memleket dahi bir hanedir ve vatan dahi bir millî ailenin hanesidir. Eğer iman-ı âhiret bu geniş hanelerde hükmetse, birden samimî hürmet ve ciddî merhamet ve rüşvetsiz muhabbet ve muavenet ve hilesiz hizmet ve muaşeret ve riyâsız ihsan ve fazilet ve enaniyetsiz büyüklük ve meziyet o hayatta inkişafa başlarlar.
Çocuklara der: "Cennet var, haylazlığı bırak." Kur'ân dersiyle temkin verir.
Gençlere der: "Cehennem var, sarhoşluğu bırak. Aklı başlarına getirir.
Zâlime der: "Şiddetli azap var, tokat yiyeceksin." Adalete başını eğdirir.
İhtiyarlara der: "Senin elinden çıkmış bütün saadetlerinden çok yüksek ve daimî bir uhrevî saadet ve taze, bâki bir gençlik seni bekliyorlar. Onları kazanmaya çalış." Ağlamasını gülmeye çevirir.
Biliniz ki: Bizim muradımız, medeniyetin mehasini ve beşere menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki, ahmaklar o seyyiatları, o sefahetleri mehasin zannedip, taklit edip malımızı harap ettiler. Ve dini rüşvet verip dünyayı da kazanamadılar. Medeniyetin günahları iyiliklerine galebe edip seyyiatı hasenatına racih gelmekle, beşer iki harb-i umumî ile iki dehşetli tokat yiyip o günahkâr medeniyeti zîr ü zeber edip öyle bir kustu ki, yeryüzünü kanla bulaştırdı. İnşaallah, istikbaldeki İslâmiyetin kuvvetiyle medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek.
HAŞİYE İddianamede yanlış bir mânâ verip, Nurun kerametlerinden tokat tarzındaki bir kısmını, medar-ı itham saymış. Güya Nurlara hücum zamanında gelen zelzele gibi belalar Nurun tokatlarıdır. Hâşa sümme hâşâ! Biz öyle dememişiz ve yazmamışız. Belki mükerrer yerlerde hüccetleriyle demişiz ki: Nurlar makbul sadaka gibi belâların def'ine vesiledir. Ne vakit Nurlara hücum edilse, Nurlar gizlenir; musibetler fırsat bulup başımıza geliyorlar. Evet, Nurun binler şakirtlerinin tasdik ve müşahedeleriyle, yüzler vukuat ve hâdisat ile, tesadüf ihtimali olmayan o hâdisatın tevafukları ve Kur'ân'ın müteaddit işârat ve tevafukatıyla, hattâ mahkemelerde kısmen gösterildiği cihetle kat'î kanaatimiz var ki, o tevafukat Risale-i Nur'un makbuliyetine bir ikram-ı İlâhîdir ve Kur'ân hesabına Nurlara bir nevi kerametlerdir.
Risale-i Nur'un kahramanı Hüsrev tarafından kaleme alınmıştır.
Risalei'n-Nur'un kerametlerindendir ki: Üstadımız Radıyallahü Anh, çok defa risalelerde, "Ey mülhidler ve ey zındıklar! Risalei'n-Nur'a ilişmeyiniz. Eğer ilişirseniz, yakında sizi bekleyen belâlar, sel gibi başınıza yağacaktır" diye on seneden beri kerratla söylüyorlardı. Bu hususta şahit olduğumuz felâketlerden,
Birincisi: Dört sene evvel Erzincan'da ve İzmir civarında vukua gelen hareket-i arz olmuştur. O vakitler münafıklar, desiselerle Isparta mıntıkasında Sava ve Kuleönü ve civarı köylerdeki Risale-i Nur talebelerine iliştiler. Otuz-kırk kadar Risale-i Nur talebelerini "Camie gitmiyorsunuz, takke giyiyorsunuz, tarikat dersi veriyorsunuz" diye mahkemeye sevk etmişlerdi. Cenab-ı Hak, İzmir civarına ve Âzerîleri ve civarındaki halkı dehşetler içinde bırakan zelzelelerle Risale-i Nur'un bir vesile-i def-i belâ olduğunu gösterdi. Bu zelzelelerden bir hafta sonra, mahkemeye sevk edilmiş olan o kardeşlerimizin hepsi beraat ettirilerek kurtulmuşlardı.
İkincisi: Yine vakit vakit Risale-i Nur talebelerinin arkalarında koşmakta devam eden mülhidler, hatt-ı Kur'ân ile çocuk okuttuklarını bahane ederek Isparta'da müteveffa Mehmed Zühtü (rahmetullahi aleyh) ile Sava Karyesinden Hâfız Mehmed (rahmetullahi aleyh) ismindeki iki Risalei'n-Nur talebesine hücum etmişler. Nur dersini okuyan çocukları, bu iki kardeşimizin evlerinden alınan Risale-i Nur eczalarıyla birlikte mahkemeye sevk edilmiş. Merhum Mehmed Zühtü, para cezasıyla mahkûm edilmek istenilmiş. Neticede, merkezi Erbaa ve Tokat'ta vukua gelen ikinci bir korkunç zelzele ile Cenab-ı Hak, Risalei'n-Nur bir vesile-i def-i belâ olmakla şakirtlerine yardım ederek Üstadlarının verdiği haberin sıhhatini tasdik etmek için o kardeşimizi beraat ettirmiş ve alınan bütün Risale-i Nur eczalarını kendilerine iade ettirmiştir.
Üçüncüsü ise: İçinde bulunduğumuz Denizli Hapishanesindeki musibetin başımıza gelmesine sebep olan o münafıklar, Rumî bin üç yüz elli dokuz senesinde, tekrar başta sevgili Üstadımız olduğu halde, bize ve Risalei'n-Nur'a hücum ettiler. bir kısmımızı Isparta'dan topladılar, bir kısmını Çivril'den Isparta'ya getirdiler, sevgili Üstadımızı da yalnız olarak Kastamonu'dan Isparta'ya sevk ettiler. Daha başka vilâyetlerden de arkadaşlarımız Isparta'ya getirilmişti. Ehl-i garazın iğfaline kapılan Isparta adliyesi, Risalei'n-Nur'un gayesi haricinde bulunan cephelerde, bizce mânâsı olmayan ithamlar altında bizi sıkıyordu. Bilhassa kıymettar Üstadımızı daha çok tazyik ettikleri vakit, Üstadımıza lüzumlu lüzumsuz bir çok sualler açan Isparta Müddeiumumîsinin "Bu belâlar dediğin nedir?" diye olan sualine cevaben: Evet, demiş, zındıklar eğer Risalei'n-Nur'a ve şakirtlerine ilişseler, yakında bekleyen belâların hareket-i arz suretiyle geleceğini söylemişti.
Daha sonra bizi Denizli'ye sevk ettiler. Kastamonu, İstanbul, Ankara dahil olmak üzere on vilâyetten adliyelere sevk edilen yüzü mütecaviz Risale-i Nur talebelerinin bir kısmı bırakılmış, yetmiş kişiden ibaret olan bir diğer kısmı da Denizli'de "medrese-i Yusufiye" namını alan hapiste bulunuyordu. Bizim bütün müracaatlarımıza sudan cevap veriliyor, sevgili Üstadımız daha çok tazyik ve sıkıntı içerisinde yaşattırılıyor, ufûnetli, rutubetli, zulmetli, havasız bir yerde bütün bütün konuşmaktan ve temastan men edilmek suretiyle haps-i münferidde azap çektiriliyordu.
İşte bu sıralarda Denizli zindanının bu dehşetli ıztıraplarını geçirmekte idik. Allah'tan başka hiçbir istinadgâhları bulunmayan bu biçarelerin bir kısmı Kastamonu'dan, diğer bir kısmı İnebolu'dan, diğer bir kısmı da İstanbul'dan henüz gelmemişlerdi. Şu vatanın her köşesinde hak ve hakikat için çırpınan ve saf kalbleriyle necatları için Rabb-i Rahimlerine iltica eden pek çok mâsumların semâvâtı delip geçen Arşu'r-Râhmân'a dayanan âhları boşa gitmedi. Allahü Zülcelâl Hazretleri, o mübarek Üstadımızın Isparta'da söylediği gibi, mâsumları Cennete götüren, zâlimleri Cehenneme yuvarlayan dehşetli bir diğer zelzeleyi gönderdi. Karşısında Risalei'n-Nur müdafaa vaziyetinde bulunmamasından çok haneler harap oldu, çok insanlar enkaz altında ezildi, çokları sokak ortalarında kaldı. Henüz memleketlerinin hapishanelerinde bulunan kardeşlerimizden Kastamonu'dan Mehmed Feyzi ve Sadık ve Emin ve Hilmi ve İnebolu'dan Ahmed Nazif, Denizli Hapishanesine sevk edildiklerinde şu mâlûmatı verdiler:
"Zelzele tam gece saat sekizde başladı. Bütün arkadaşlar, Lâ ilâhe illâllah zikrine devam ediyorduk. Zelzele bütün şiddetiyle devam etmekte idi.
O sırada hatırımıza geldi: Risalei'n-Nur'u aşkla ve bir sâikle üç-beş defa şefaatçı ederek Cenab-ı Hak'tan halâs istedik. Elhamdü lillâh, derhal sâkin oldu.
"Kastamonu'da ise, o gece kaleden kopan çok büyük bir taş, aşağıya yuvarlanarak bir haneyi ezmiş; birçok hanelerde yarıklar, çıkıklıklar olmuş, birkaç ev çökmüş, hükûmet binası yarılmış, daha bunun gibi hasârat ve zâyiat olmuş. Fakat zelzele hergün olmak suretiyle bir müddet devam etmiş. Tosya'da bin beş yüz ev harap olmuş, ölü ve yaralı miktarı çok fazla imiş. Kargı ve Osmancık tamamen, Lâdik ve sair mahallerde zayiat fazla miktarda imiş. İnebolu'da bir minarenin alemi eğrilmiş, ufak tefek çatlaklıklar olmuş, hasârat ve zayiat olmamış."
Ahmed Nazif, Emin, Sadık, Mehmed Feyzi
Üçüncü olan bu hareket-i arzdan sonra, yine Risalei'n-Nur'a ve talebelerine ve müellifine hücum eden ehl-i garazın sözünü dinleyen adliye, aynı tarzda bizi sıkmakta devam ediyordu. Zındıka taraftarları, mübarek Üstadımızın ihbarları olan ve Risale-i Nur'un büyük kerametlerinden olup zelzeleler eliyle gelen beliyelere ehemmiyet vermek istemiyorlardı. Risalei'n-Nur'un İlâhî ve Kur'ânî hakikatlerine karşı cephe alan bu zümrenin başına bir dördüncü tokat daha geldi.
Garibi şu ki, biz Şubat'ın üçüncü günü mahkemeye çağrılmıştık. Iztırap ve elemleri içinde yüreklerimizi ağlatan hastalıklı haliyle kendisinden sorulan suallere cevap vermek için altmış beş kadar talebesinin önünde ayağa kalkan mübarek Üstadımızın cevapları arasında "O zındıkların dünyaları başlarını yesin ve yiyecek!" kelimeleri, tekrar tekrar heyet-i hâkimenin yüzlerine karşı ağzından dökülüyordu. Birkaç defa mahkemeye gidip geldikten sonra, 7 Şubat 1944 tarihli İstanbul'da münteşir Hemşehri ismindeki bir gazete elime geçti. Gazete okumaya ve radyo dinlemeye hevesli olmamaklığımla beraber, "Yirminci asrın medenîleriyiz" diyerek bugünkü terakkiyat-ı beşeriyeyi kendilerinden bilen, Allah'ı unutan, âhirete inanmayan insanların başlarına Cenab-ı Hakkın, motorlu vasıtalar eliyle nasıl ateşler yağdırdığını, o münkirlerin dünkü cennet hayatlarının bugünkü cehennemî hâlât içinde nasıl geçmekte olduğunu bilmek ve Risalei'n-Nur'un bereketiyle Anadolu'yu bu dehşetli ateş yağmurundan nasıl muhafaza etmekte olduğunu görmek ve şükretmek hâletinden gelen bir merakla bazı bu gibi havadisleri sorardım ve dinlerdim.
İşte bu gazetenin de harp boğuşmalarına ait resimlerine bakıyordum. Nazarıma çarpan, büyük yazı ile yazılmış bir sütunda, Anadolu'nun yirmi bir vilâyetini sarsan ve Şubat'ın birinci gününün gecesinde sabaha karşı herkes uykuda iken vukua gelen ve pek çok zayiata mal olan dehşetli bir zelzeleyi haber veriyordu. Derhal, Şubat'ın üçünde mahkemede sevgili Üstadımızın heyet-i hâkimeye "Zındıkların dünyaları başlarını yesin ve yiyecek!" diye tekrar tekrar söylediği sözleri hatırladım, "Eyvah!" dedim, "Risale-i Nur ıslah eder, ifsad etmez; imar eder, harap etmez; mes'ud eder, perişan etmez" diye söylerken, "Aksiyle bizi ve Risalei'n-Nur'u itham etmek, Hâlikın hoşuna gitmiyor" dedim.
İşte, merkezi Gerede, Bolu ve Düzce olan bu kanlı zelzele, Risalei'n-Nur'un dördüncü bir kerameti idi. Bu gazete şu malûmatı veriyor; Ankara, Bolu, Zonguldak, Çankırı ve İzmit vilâyetlerinde fazla kayıplar varmış. Gerede'de iki bin ev yıkılmış, yıkılmayan evler de oturulmayacak derecede harap olmuş, binden fazla ölü varmış, enkaz altından mütemadiyen ölü çıkartılıyormuş. Düzce'de zarar çokmuş, ölü ve yaralıların miktarı malûm değilmiş. Ankara'da yüz üç ölü ve bir o kadar da yaralı varmış. Bine yakın ev yıkılmış. Debbağhane'de iki ev çökmüş, bazı köylerde sarsıntıyı müteakip yangınlar olmuş. İlk sarsıntı çok kuvvetli olmuş, sarsıntıyı yeraltından gelen bir takım gürültüler takip etmiş. Bolu'dan ve diğer yerlerin köylerinden bir hafta geçtiği halde henüz malûmat alınamıyormuş. Diğer bir yerde iki yüz ev yıkılmış, on bir ölü varmış. Bolu ile telgraf ve telefon hatları kesilmiş, zelzele mıntıkasında şiddetli bir kar fırtınası hüküm sürüyormuş. İzmit'te zelzele olurken şimşekler çakmış, şehir birkaç saniye aydınlık içinde kalmış. Birçok yerlerde halk çırıl çıplak sokaklara fırlamış. Dünyanın bütün rasathaneleri bu büyük Anadolu zelzelesini kaydetmiş. Bir İngiliz rasathanesi sarsıntının çok harap edici olduğunu bildirmiştir. Sinop'ta aynı günde çok korkunç bir fırtına olmuş, gök gürültüleri ve şimşeklerle gittikçe şiddetini arttırmıştır.
Daha sonra başka bir gazetede tamamlayıcı ve hayret verici şu malûmatları gördüm: Zelzeleden evvel kediler, köpekler üçer-beşer olarak toplanmışlar, düşünceli, hüzünlü gibi alık alık birbirine bakarak bir müddet beraber oturmuşlar, sonra dağılmışlar. Gerek zelzele olurken ve gerekse olmadan evvel ve olduktan sonra da bu hayvanlardan hiçbiri görünmemiş, kasabalardan uzaklaşarak kırlara gitmişler. Bir garibi de şu ki: Bu hayvanlar isyanımızdan mütevellid olarak başımıza gelecek felâketleri lisan-ı halleriyle haber
________________________________________
Sikke-i Tasdik-i Gaybî - s.2101
verdiklerini yazıyorlar da biz anlamıyoruz diyerek taaccüp ediyorlar.

İşte Üstadımız Bediüzzaman, uzun senelerden beri: "Zındıklar Risalei'n-Nur'a dokunmasınlar ve şakirtlerine ilişmesinler. Eğer dokunurlar ve ilişirlerse, yakından bekleyen felâketler onları yüz defa pişman edecek!" diye Risalei'n-Nur ile haber verdiği yüzler hâdisat içinde, işte zelzele eliyle doğruluğunu imza ederek gelen dört hakikatlı felâket daha...
Cenab-ı Hak bize ve Risalei'n-Nur'a taarruz edenlerin kalblerine iman ve başlarına hakikatı görecek akıl ihsan etsin, bizi bu zindanlardan, onları da bu felâketlerden kurtarsın. Âmin.
Mevkuf Hüsrev
Merak, hastalığı ziyade ettiği gibi, hikmet-i İlâhiyeyi itham ve rahmet-i İlâhiyeyi tenkit ve Hâlık-ı Rahîminden şekvâ hükmünde olduğu için, aksi maksadıyla tokat yer, hastalığını ziyadeleştirir. Evet, nasıl ki şükür nimeti ziyadeleştirir; öyle de, şekvâ, hastalığı, musibeti tezyid eder.
iktisat ve kanaat, hikmet-i İlâhiyeye tevfik-i harekettir; kuvve-i zâikayı kapıcı hükmünde tutup, ona göre bahşiş verir. İsraf ise, o hikmete zıt hareket ettiği için çabuk tokat yer, mideyi karıştırır, iştihâ-yı hakikîyi kaybeder. Tenevvü-ü et'imeden gelen sun'î bir iştihâ-yı kâzibe ile yedirir, hazımsızlığa sebebiyet verir, hasta eder.

Âyâ, bu insan zanneder mi ki başıboş kalacak? Hâşâ! Belki insan ebede meb'ustur ve saadet-i ebediyeye ve şekavet-i daimeye namzettir. Küçük büyük, az çok, her amelinden muhasebe görecek. Ya taltif veya tokat yiyecek.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://risaleforum.yetkin-forum.com
saidler
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler


Mesaj Sayısı : 251
Yaş : 64
Nerden : istanbul
Kayıt tarihi : 16/10/08

RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Empty
MesajKonu: Geri: RİSALE İ NURDA TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR?   RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Icon_minitimeSalı Ara. 23, 2008 5:58 am

HAMDİ SAĞLAMER

"Bir tokatla yola geldim"
"Üstadla görüşmemin ilki rüyada, biri de maddî âlemde olmak üzerek iki kısım olup, rüyada görüşmem beni maddî görüşmeye hazırladığı ve ikisi birbirini tamamladığı için bence önemli olduğundan, kısaca anlatmakta fayda göryüyorum.
"1957'nin Aralık ayı. Gayri İslâmi bir hayatın içindeyim. İslâmiyetin fiiliyatına taallûk eden hiçbir bağım kalmamıştı. Bu hayatın sarhoşluğu yüce Allah'ımızı bile düşünmeme fırsat vermediğinden hayallerim ve duygularım gibi, düşüncelerim de maneviyata yabanileşmiş bir halet-i ruhiyede, günah deryasında girdaplar içinde döne döne korkunç âkıbetlere sürüklenip giden bir kuru yaprak gibiydim.
"İslâmî ve imani ölçülerden bîhaber olduğumdan, bu gidişin dehşetini idrak edemiyor, çıkmaya da gayret sarfetmiyordum. Bu halim git gide çevremden kopmama, günahkârların bana çevre olmasına sebebiyet verdiğinden, bu da gittikçe kötüleşmeme vesile teşkil ediyordu. Bu yüzden bütün hayırlı dostların, hattâ yakınlarımın kurtulmamdan ümit kesip yüz çevirdiklerini görüyordum.
"Bir gece rüyada işret âleminde idim. Yanımızda uzun boylu, nuranî yüzlü, gayet muntazam, kızıl sakallı, koyu yeşil sarıklı, çok ciddi ve her haliyle hürmete lâyık bir adam geldiğini görünce, gayri ihtiyarî ayağa kalktım ve bizi o halde görmesinden utandım. Orada arkadaşlarımın içinden beni çağırdı ve 'Evlâdım, bu içkiyi, bir daha sakın içme' diye tenbih etti. Ben de, 'Peki hocam, içmem' dedim. O zat da döndü ve gitti. Biz, 'Tamam, hocayı savdık' der gibisinden devam ettik.
"Biraz sonra o zat tekrar yanımıza geldi. Fakat ne geliş! O mülâyim ve şefkatli hali gitmiş, yerini şiddet ve celâl almıştı. Gözlerinden sanki lâvlar saçıyor. Hiddetinden yüzü korkunç bir hal almıştı. Yine o topluluktan yalnız bana muhatap olarak, 'Ben sana bunu bir daha içmeyeceksin demedim mi?' deyip enseme bir tokat yapıştırdı. Ben yüzükoyun toprağa gömüldüm. Nefesim kesildi. Nefes alamıyor, boğuluyordum. Uğraştım, bir türlü kurtulamadım. Büyük yemin ederek, 'İçmeyeceğim' diye bağırarak uyandım. Fakat tokatın yeri çok şiddetli ağrıyordu. Tam bir hafta o tokadın yeri ağrıdı. Âdeta parmaklarının izini ensemde hissediyordum. Ömrümde ilk defa böyle bir tokatın en hak ettiğim zamanda gelmesi ve hayatımın dönüm noktası olması tesadüf gibi bahanelerle izah edilemezdi.

"Risale-i Nur'u rüyada öğrendim"
"O tokatın şevkiyle Müslümanlığa ait meseleleri sormaya başladım. Bu sormalar esnasında Risale-i Nur'a ulaştım. Fakat risaleleri pek anlamıyordum. Risaleleri okuduğum gece rüyamda, nur yüzlü, sarıklı, cübbeli mübarek bir zat, elinde tarif edemeyeceğim bir ışık, elimden tutup zifiri karanlıklardan bilmediğim ve görmediğim yerleri hem gezdirip, hem de risalelerden anlamadığım yerleri izah ediyordu. Bu hal fasılasız iki ay kadar devam etti. Ben risaleleri anlamaya başlayınca o zatı daha göremedim.

"Günah-ı kebireyi işleyen nasıl mü'min kalabilir?" diye suallerine cevap ise:
Evvelâ, sabık işaretlerde onların hatası kat'î bir surette anlaşılmıştır ki, tekrara hâcet kalmamıştır. Saniyen, nefs-i insaniye, muaccel ve hazır bir dirhem lezzeti, müeccel, gaip bir batman lezzete tercih ettiği gibi, hazır bir tokat korkusundan, ileride bir sene azaptan daha ziyade çekinir.
MAHMUT ALLAHVERDİ"İkinci görüşmemiz"
"İkinci görüşmemiz ise şöyle oldu:
"Yine Üstadı görmek arzusuyla Isparta'ya hareket ettim. Sene 1960... Mart ayının ilk günü... Üstadın evine doğru giderken tam kapısına elli metre kala beni Zübeyir Ağabey karşıladı: 'Kardeşim Mahmut' dedi, 'Üstad diyor ki: 'Derhal gitsin, görüşme zamanı değil. Karşıdaki arsada bulunan jeepin içindeki iki polis nöbet tutuyor. Kapını ziline parmak basanı hemen çağırıyorlar, jeep içersine alıp iki tokat atıyorlar, adres alıp bırakıyorlar, sana da böyle yapmasınlar' dedi. Zübeyir Ağabeye dedim ki: 'Üstadım Efendime söyleyin, burada kalmama müsaade etsinler, buranın şimdiki valisi Adıyaman'dan geldi; benim de çok samimi dostumdur. İnşaallah bu jeepi buradan kaldırtırım. 'Peki' dedi, gitti. Üstada anlatmış. Biraz sonra tekrar Zübeyir Ağabey geldi. 'Peki Üstad müsaade etti' dedi. Ve devamla, 'Git jeepi kaldırt' dedi. Ben vilâyete gittim. Valiyi sordum, valinin yerinde olmadığını söylediler. Vali muavinine gittim. Vali beyin nereye gittiğini sordum. 'Ne yapacaksın?' dedi. Ben de cevaben, 'Adıyaman'dan geliyorum' dedim. 'Vali Beyin yakın dostuyum. Dostumu görmek için geldim. 'Hemen bana yer gösterdi, güzel karşıladı. Vali Beyin Isparta'da olmadığını ve kazaları teftişe gittiğini, ne zaman geleceğini bilmediğini söyledi. Ben de, 'Vali Beyle mutlaka görüşmem lâzım, hangi kazalarda olduğunu telefonla ara, bul, beni görüştür' dedim. 'Peki' dedi ve telefona sarıldı. Nihayet bir kazada buldu. Benim Adıyaman'dan geldiğimi söyleyince Vali, 'Mahmut Beyi bırakma, selâm söyle, yarın geliyorum' dedi. Vali Beyin bu iltifatını gören Muavin Bey, 'Benim misafirimsin' dedi. Akşam beni evine götürdü. O gece güzel konuşmalar oldu. Hattâ Risale-i Nur'un ehemmiyetini idrak eden Muavin Beyin hanımı, 'Bu eserlerden biz de isteriz' dedi.
"Saat on birde evden ayrıldık. Sabah olunca Hanımlar Rehberi, Ayetü'l-Kübra ile Gençlik Rehberi'ni vali muavinine getirdim. Zaten Vali Bey de Adıyaman'dayken, Sözler Mecmuasını okumuştu ve çok takdir etmişti. Isparta'ya tayini çıktığında beni çağırdı. 'Üstadın memleketine vali olarak gidiyorum. Üstadını ziyaret ederim' demişti.
Biliniz ki: Bizim muradımız, medeniyetin mehasini ve beşere menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki, ahmaklar o seyyiatları, o sefahetleri mehasin zannedip, taklit edip malımızı harap ettiler. Ve dini rüşvet verip dünyayı da kazanamadılar. Medeniyetin günahları iyiliklerine galebe edip seyyiatı hasenatına racih gelmekle, beşer iki harb-i umumî ile iki dehşetli tokat yiyip o günahkâr medeniyeti zîr ü zeber edip öyle bir kustu ki, yeryüzünü kanla bulaştırdı. İnşaallah, istikbaldeki İslâmiyetin kuvvetiyle medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek.
Yine birgün, Mevlânâ Hâlid (k.s.) Hazretlerinin Küçük Âşık namında bir talebesinin neslinden mübarek bir hanım, yanındaHAŞİYE çok senelerden beri muhafaza ettiği Mevlânâ Hazretlerinin cübbesini, Ramazan-ı Şerifte teberrüken Üstadımızın yanında kalsın diye Feyzi ile gönderir. Üstadımız hemen Emin kardeşimize yıkamak için emrederek Cenab-ı Hakka şükretmeye başlar. Feyzi'nin hatırına: "Bu hanım, benim ile yirmi gün için gönderdi, Üstadım neden sahip çıkıyor?" diye hayretler içinde kalır. Sonra o hanımı görür, o hanım Feyzi'ye der ki: "Üstad hediyeleri kabul etmediğinden, bu suretle belki kabul eder diye öyle söylemiştim. Fakat emanet onundur, canımız dahi feda olsun" der, o kardeşimizi hayretten kurtarır. Evet, mübarek Üstadımızın o cübbeyi kabulü, Mevlânâ Halid'den sonra vazife-i teceddüd-ü dinin kendilerine intikaline bir alâmet telâkki etmesindendir, derler. Hem de öyle olmak lâzım. Çünkü Hadis-i sahihte:
"Allah Teâla bu ümmet için her yüz senenin başında dinlerini tecdid eden bir müceddid gönderir." el-Hakim, el-Müstedrek, 4:522; el-Münâvî, Feyzü'l-Kadîr, 2:281, hadis no: 1845.
buyurulmuş. Mevlânâ Hazretlerinin velâdeti 1193, Üstadımız Hazretlerinin ise 1293'tür. Bu hadisin tam izahı Risale-i Gavsiye'de vardır.
Üstadımız, arasıra bizlere hususan Feyzi'ye, lâtife tarzında buyururlardı ki: "Cezanız var, tokat yiyeceksiniz, hapse gireceksiniz..." diye Denizli hapsimizi bize remzen haber verip, hem bizi ikaz, hem kablelvuku bir mühim hadiseyi keşfen beyan ediyorlardı. Hakikaten çok geçmedi, Üstadımızın dediği çıktı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://risaleforum.yetkin-forum.com
saidler
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler


Mesaj Sayısı : 251
Yaş : 64
Nerden : istanbul
Kayıt tarihi : 16/10/08

RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Empty
MesajKonu: Geri: RİSALE İ NURDA TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR?   RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Icon_minitimeSalı Ara. 23, 2008 5:58 am

Mücahid bir hayvan mersiyesi
Rabbinin ordularını Ondan başkası bilemez." Müddessir Sûresi, 74:31.

İşte o cünuddan bir gazi-i şehid,
Nev-i hayvandaki meymun-u saîd.
Ey maymun-u meymun!
Kâfirleri mahzun, Yunan'ı da mecnun eyledin.
Öyle bir tokat vurdun ki, siyaset çarkını bozdun.
Lloyd George'u kudurttun.
Venizelos'u geberttin.
Mizan-ı siyasette pek ağır oturdun ki, küfrün ordularını, zulmün leşkerlerini bir hamlede havaya fırlattın.
Başlarındaki maskelerini düşürüp maskara ederek, bütün dünyayı güldürdün.
Cennetle mübeşşer olan hayvanların isrine gittin.
Cennette saîdsin; çünkü gazi ve şehidsin.
Risale-i Nur'a sıkıntı veren, veyahut hizmetinden çekilen pek çok adamların tokat yemeleri gibi, bu sene, bu memleketin etrafında umumî bir tarzda Risale-i Nur'un intişarına sıkıntı verip şimdiki bir nevi tevakkuf devresi vermek hatâsıyla, şimdiki umumî sıkıntının bir sebebi olduğunu göstermesidir.

Bu defaki musibette, her vakit olduğu gibi, yine kaderin adaletine ve inayet-i İlâhiyenin feyzine baktım, gördüm ki: Sair vilâyete nisbeten bir derece Nurdan geri kalan ve Nur dairesine de yakın bulunan Kütahya ve adliyesini ve hükûmetini, Denizli, Kastamonu gibi Risale-i Nurla alâkadar etmek; evet, ne kadar fikri ve vazifesi aleyhimizde olsa da, her halde kalbi, ruhu Risale-i Nur'dan imanı cihetinde büyük istifade etmek ve Nurculara da sevap kazandırmak hikmetiyle, o vilâyete gönderildi. Kader-i İlâhî dahi bana bir şefkat tokadı olarak, Dahiliye Vekili Erzurumlu ve hemşehrim ve Afyon Valisi (Antalyalı) ve şimdiye kadar bana ilişmemesi cihetiyle demiştim: Gerçi serbest oldum, şimdi böyle insaflı bir vali buldum, Emirdağından gitmeyeceğim diye bir nevi sevinç ve ihtiyatsızlığımın cezası olarak, o iki adamın elleriyle kader-i İlâhî bana tokat vurdu, adalet etti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://risaleforum.yetkin-forum.com
saidler
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler


Mesaj Sayısı : 251
Yaş : 64
Nerden : istanbul
Kayıt tarihi : 16/10/08

RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Empty
MesajKonu: Geri: RİSALE İ NURDA TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR?   RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Icon_minitimeSalı Ara. 23, 2008 5:59 am

Komiser
ABDURRAHMAN AKGÜL

"Evet, herbirimiz kudret-i Vâhid-i Ehadin birer mucizesi; ve şecere-i hilkatin birer muntazam meyvesi; ve vahdaniyetin birer münevver burhanı; ve melâikelerin birer menzili, birer tayyaresi, birer mescidi; ve avâlim-i ulviyenin birer lâmbası, birer güneşi; ve saltanat-ı rububiyetin birer şahidi; ve feza-yı âlemin birer ziyneti, birer kasrı, birer çiçeği; ve semâ denizinin birer nuranî balığı; ve gökyüzünün birer güzel gözü HAŞİYE 5 (Cenâb-ı Hakkın acaib-i masnuatına bakıp, temâşâ edip ve ettiren işaretleriz. Yani, semâvat hadsiz gözlerle zemindeki acaib-i san'at-ı İlâhiyeyi temâşâ eder gibi görünüyor. Semânın melâikeleri gibi, yıldızlar dahi, mahşer-i acaip ve garaip olan arza bakıyorlar ve zîşuurları dikkatle baktırıyorlar, demektir. )olduğumuz gibi, heyet-i mecmuamızda sükûnet içinde bir sükût ve hikmet içinde bir hareket ve haşmet içinde bir ziynet ve intizam içinde bir hüsn-ü hilkat ve mevzuniyet içinde bir kemâl-i san'at bulunduğundan, Sâni-i Zülcelâlimizi, nihayetsiz dillerle vahdetini, ehadiyetini, samediyetini ve evsâf-ı cemal ve celâl ve kemâlini bütün kâinata ilân ettiğimiz halde, bizim gibi nihayet derecede sâfi, temiz, mutî, musahhar hizmetkârları karma karışıklık ve intizamsızlık ve vazifesizlik, hattâ sahipsizlikle itham ettiğinden tokada müstehaksın" der. O müddeînin yüzüne recm-i şeytan gibi bir yıldız, öyle bir tokat vurur ki, yıldızlardan tâ Cehennemin dibine onu atar. Ve beraberinde olan tabiatı HAŞİYE 6(Fakat sukuttan sonra tabiat tevbe etti. Hakikî vazifesi tesir ve fiil olmadığını, belki kabul ve infial olduğunu anladı. Ve kendisi kader-i İlâhînin bir nevi defteri-fakat tebeddül ve tagayyüre kabil bir defteri-ve kudret-i Rabbâniyenin bir nevi programı ve Kadîr-i Zülcelâlin bir nevi fıtrî şeriati ve bir nevi mecmua-i kavânîni olduğunu bildi. Kemâl-i acz ve inkıyadla vazife-i ubudiyetini takındı ve "fıtrat-ı İlâhiye" ve "san'at-ı Rabbâniye" ismini aldı.) evham derelerine ve tesadüfü adem kuyusuna ve şerikleri imtinâ ve muhaliyet zulümatına ve din aleyhindeki felsefeyi esfel-i sâfilînin dibine atar. Bütün yıldızlarla beraber o yıldız lev kene fihima elihatum illallahu lefesedete ferman-ı kudsîsini okuyorlar. Ve "Sinek kanadından tut, tâ semâvat kandillerine kadar, bir sinek kanadı kadar şerike yer yoktur ki parmak karıştırsın" diye ilân ederler.
CEMAL CAN
Barla nahiye müdürü
Şefkat tokadı ve hikâyesi
Bu meseleye Bediüzzaman Mektubat adlı eserinde şu şekilde temas eder:
"Bir müdür, dost iken, âmirlerinin hatırı için ve ehl-i dünyanın teveccühünü kazanmak fikriyle şahsıma değil, hizmetkârlığım cihetinde rakibâne ve düşmânâne vaziyet aldı, kendi maksadının aksiyle tokat yedi. Ümid edilmediği bir meselede ikibuçuk seneye mahkûm edildi.
Sonra Kur'ân'ın hizmetkârlarından dua istedi. İnşaallah belki kurtulacak, çünkü ona dua edildi. [1]
Bediüzaman'ın belirttiği mahkûmiyet hâdisesinin aslı şudur:
Burdur'da emniyette çalışırken, başından bir hadise geçmiş. Bu hâdisenin üzerinden epey zaman geçtikten sonra, kendi ifadesiyle dört sene onbir aya mahkûm olmuş. Bu hâdisenin mahiyetini sorduk şöyle anlattı:
"Burdur'da Hakkı isminde sarhoş bir adam vardı. Daima sarhoş geziyordu. Ben devriye geziyordum. Belediye gazinosuna girmiştim. Sarhoş Hakkı da kafayı iyice çekip, çarşıda bir dükkânın camını kırmış ve gelmiş, gazinoda eğleniyordu. Ben Hakkı'yı alıp evine bırakacaktım.
"Hakkı ile çıkarken Komiser Deli Mehmed karşımıza çıktı. 'Ne var' diye sorunca ben hâdiseyi anlattım. Hakkı'yı cadde ortasında dövmeye başladı. Karakola götürdü, orada da Hakkı'ya çok dayak attı. Hattâ o kadar ki, hâdiseyi gören Ağır Ceza Reisi 'Bırak yahu yeter' diye dayanamayıp Komiseri ikaz etti.
"Sonra hâdise mahkemeye intikal etti. Kör Hakkı, Ankara'ya kadar gidip şikâyet etmiş. Hattâ İsmet Paşanın arabasının önüne yatmış, hakkının aranmasını istemiş. Hâdise böyle büyümüştü. Burdur Valisi Celâl Bey vardı. Hâdiseyle o da ilgileniyordu. Bu dâvâ böylece devam edip giderken, beni Sütçüler'e verdiler. Daha sonra da Barla'ya nahiye müdürü olarak tayin ettiler.
"Aradan epey zaman geçti. Hiç beklenmedik ve umulmadık bir zamanda bizi mahkûm ettiler. Barla'ya mahkûmiyet kararımız geldi.
"Sonra temyiz ettim, epey uğraştıktan sonra, kararı bozdurduk. Böylece bir hâdiseyi atlatmış oldum.
"Eğridir'de bir eczacı vardı. Ziyaretine gelip bazı sorular soruyordu. Yine bir gün Kaymakamla birlikte gelmişlerdi. Ben de onlara katılarak Hoca Efendinin evine gittik. Eczacı suallerini sordu. Kendisi de cevaplar verdi."
Cemal Can'ın anlattığı bu mesele de "Eczacı Efendinin sorduğu suallere cevap" diye, Nur Külliyatında geçmektedir. (Bkz: Mektubat, l2'nci Mektup, s. 4l).
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://risaleforum.yetkin-forum.com
saidler
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler


Mesaj Sayısı : 251
Yaş : 64
Nerden : istanbul
Kayıt tarihi : 16/10/08

RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Empty
MesajKonu: Geri: RİSALE İ NURDA TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR?   RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Icon_minitimeSalı Ara. 23, 2008 6:00 am

M. ZÜBEYİR GÜNDÜZALP
"Umumî bir vasıta ile birgün Eskişehir'e gidiyoruz. Yanımızda da bir yabancı vardı. Sigara içiyordu. Ben de hiddetlenmiştim. Adama tokat vursam veya lâf söylesem Üstad Hazretleri kızacak diye düşünürken, baktım, Üstad Hazretlerinin yanında bir kişilik yer açıldı. Kalktım, oraya oturdum. Üstadımız ise hiçbir şey söylemedi, sükût etti.
"Birgün otomobille büyük bir buğday tarlasından geçiyorduk. Biz bunların ekmek olup yenmesini düşünüyorduk. Bu sırada Üstad bize, 'Ekmeği sizin, tefekkürü benim' dedi.
Arz, sair seyyârât ile bir güneşe irtibatı ve semâvât ile tesânüdü lisanıyla der: "Kim bütün kâinata mâlik ise, bana mâlik O olabilir. Yoksa, yok."
Evet, faraza zîşuur bir elmaya biri dese, "Sen benim san'atımsın"; o elma lisan-ı hal ile ona "Sus," diyecek. "Eğer bütün yeryüzünde bütün elmaların teşkiline muktedir olabilirsen, belki yeryüzünde münteşir bütün hemcinsimiz olan bütün meyvedarlara, belki sefinesiyle hazine-i rahmetten gelen bütün hedâyâ-yı Rahmâniyeye mutasarrıf olabilirsen, bana rububiyet dâvâ et." O elma böyle diyecek ve o ahmağın ağzına bir tokat vuracak.
ABBAS MEHMED KARA"Üstad halkçılara çok kızardı"
Bir de sana vurmuş. Nasıl olmuştu?
Murad Ağanın Hâfızı fırka reisi, Halk partili. Üç-beş kişiyi yazıyor. "Sen falan, sen filânsın" diyor. Fırka reisi dellâl ünlettirdi: "Yarın toplantı var" diye. Ben o gün camiye gitmedim. Üstadın camisine. Bakıyor, ben yokum, Yatsı namazından sonra, Yatsı namazlarını mescidde kılardım. Sonra "Hafızın evine, Halkçıların toplantısına gitmiştir" diyorlar. "Benim en itimad ettiğim bir adamdı, onu nasıl kandırıp götürüyorlar?" diyor. Namazı kıldıktan sonra duayı bitirdi. Bana "Sen niye gittin oraya? Sen benim en ufak talebemsin" dedi. "Ben gitmedim oraya" dedim. Üstad "Kabul etmiyorum, reddediyorum seni" dedi. Sıddık Süleyman da vardı. "Git, bir daha da gelme" dedi. İki tokat vurdu bana, merdivenin başında.
"Allah rahatlık versin efendim" dedim. Hiç seslenmedi. Sonra gene gittim. Süleyman Sıddık'ın bahçesine gittiler bir gün. Yanına vardım yine. Namaz kıldık. "Seni takip ettirdim, birdaha gitmemişsin, arkamdan gel" dedi. Odaya girdik. Kuru üzüm, badem ve yemiş verdi. Bunların hepsini kâğıda döktü. "Bunu al, evde ye" dedi. "Hakkını helâl et" dedi. "Helâl olsun" dedim. "Artık hem cemaatsın hem de talebesin" dedi. Halkçılara çok kızardı.
S - Ulema-i eslâf istibdadın fenalığından bahsetmişler mi?HAŞİYE 5
C - Bin kere evet. Zira ağleb-i şuarâ kasidelerinde, çok müellifler kitaplarının dibacelerinde zamandan şikâyet ve dehre itiraz ve feleğe hücum etmiş ve dünyayı ayak altına alıp çiğnemişler. Eğer kalb kulağıyla ve akıl gözüyle dinleyip baksanız, göreceksiniz ki: Bütün itirazat okları, mazinin muzlim perdesine sarılan istibdadın bağrına gider. Ve işiteceksiniz ki, bütün vâveylâlar istibdat pençesinin tesirinden gelir. Gerçi istibdat görünmüyordu ve ismi belli değildi; lâkin herkesin ruhu istibdadın mânâsıyla tesemmüm ederdi. Ve bir zehir atanı bilirdi. Bazı kuvvetli dâhiler nefes aldıkça amîk ve derin bir feryat koparırlardı. Fakat akıl onu güzelce tanımazdı. Çünkü karanlıkta ve toplanmamıştı.
Vaktâ ki o mânâ-yı istibdadı, def'i muhal bir belâ-yı semavî zannettiler; zamana hücum ve dehrin başına tokat ve feleğin bağrına oklar atmaya başladılar. Çünkü bir kaide-i mukarreredir: Birşey cüz-i ihtiyarînin dairesinden ve cüz'iyetten çıkıp külliyet dairesine girse, veyahut bihasebil'âde def'i muhal olsa, zamana isnat edilir Ve kabahat dehre atılır. Taşlar feleğin kubbesine vurulur. Eğer iyi temâşâ etsen göreceksin ki, feleğe atılan taşlar, döndüğü vakit bir yeis olarak kalbde tahaccür eder.
Bak, gereksiz şeylerin içinde nasıl da kalakaldılar. Ne zaman saadet önlerini aydınlatsa reislerini överler; ne zaman da üzerlerine karanlık çökse zamanı kötülerler
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://risaleforum.yetkin-forum.com
saidler
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler


Mesaj Sayısı : 251
Yaş : 64
Nerden : istanbul
Kayıt tarihi : 16/10/08

RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Empty
MesajKonu: Geri: RİSALE İ NURDA TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR?   RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Icon_minitimeSalı Ara. 23, 2008 6:01 am

RABİA ÜNLÜKULKedinin şikâyeti
"Seyda'nın bir de kedisi vardı. Kendileri Nurşin Camiine gidince, kedi benim namaz seccademi kirletmişti. Ben de kendisine iki tokat vurdum. Bu dayaktan sonra kedi kayboldu. Akşamleyin eve gelmedi.
"Bir gün sonra, her gün kahvaltıyı almaya gelen talebesi gelmedi. Ben, bizim beye; "Talebe gelmedi, Seyda'nın kahvaltısı gecikiyor, istersen bugün sen götür' dedim. Van'da öğretmenlik yapıyordu.'Kahvaltıyı verir, oradan da mektebe gidersin' dedim. Kahvaltıyı verdim ve alıp götürdü. Nurşin Camiine gittiğinde bizim kediyi orada görmüş.
"Seyda gülerek:
"Rabia bu kediye ne yaptı, dövdü mü yoksa? Bana şikâyete geldi. Kendinin de, Rabia'nın da suçları vardır. Fakat ben her ikisini de affettim' dedi.
"Sonra kedi bize bir daha gelmedi, hep Seyda'nın yanında kaldı.

"Sen benden yedi sene sonra vefat edeceksin"
"Bizim bey çok hassas ve duygulu bir kimseydi. Seyda kendisine:
"Merak etme, sen benim vefatımdan yedi sene sonra vefet edeceksin' demişti. Üstad'ın bu haberi de aynen çıktı. Üstad'dan tam yedi sene sonra l967'de kendisi de vefat etti.
"Vefat ettiği senenin başında bana ara sıra:
"Rabia, bu benim son senemdir' derdi."
Rabia Ünlükul l99l'de Konya'da vefat etti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://risaleforum.yetkin-forum.com
saidler
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler


Mesaj Sayısı : 251
Yaş : 64
Nerden : istanbul
Kayıt tarihi : 16/10/08

RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Empty
MesajKonu: Geri: RİSALE İ NURDA TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR?   RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Icon_minitimeSalı Ara. 23, 2008 6:02 am

MUSTAFA CAHİD TÜRKMENOĞLU
"Birgün Üstad Hazretlerini Emirdağ'daki ziyaretimde (o zamanki ziyaretimde bir gün Üstad Hazretlerinin misafiri olarak evinde kalmıştım) mevzuun nasıl açıldığını hatırlamıyorum. 'Kardeşim, istesem Menderes'i buraya getiririm, ama ihlâsıma zarar gelir!' demişti.
"Yine bir seferinde Üstadı Emirdağ'da ziyâret etmiştim. Üstad bana kitapların basım ve cildi için 2500 lira para verdi. 'Bu parayı hizmete ebeveynin verdi' dedi. O gün Üstadı Emirdağ'da ziyaret ettikten sonra Ankara'ya dönmek için O gün Eskişehir'e geldim. Eskişehir'de yedek subaylığını Ankara'da yaparken sık sık yanımıza gelen Erhan Arbatlı'ya uğradım. Erhan bana, 'Bu gece burada kal, yarın gidersin' dedi. Ben de o gece Eskişehir'de kaldım. Sabah namazından sonra Üstad'ın Eskişehir'e geldiğini öğrendik. Erhan'la beraber Eskişehir'deki odun pazarında bulunan Abdülvahit Ağabeyin evine giden Üstadı ziyarete gittik. Kapıyı çaldık, açtılar. Üstada talebelerinden biri, 'Türkmenoğlu ziyârete geldi' dedi. Üstad tanımadığını beyan etti. Şaşırmıştım. Oda kapısı açıktı, yavaşça içeri girdim. Üstadın elini öpmek için
yanına yaklaştım ve elini öpmek için eğildiğimde, enseme bir tokat indi. Üzülmüştüm, olduğum yerde yere çöktüm. Üstad üzüldüğümü hissetti. Hatamı anladım. Ankara'ya bir gün gitmemekle hizmeti aksatmış, dolayısı ile Risalelerin çıkmasının gecikmesine sebep olmuştum. Üstad Hazretleri Risalelerin bir an önce çıkmasını herşeyden ehemmiyetli görüyordu.
"Ankara'daki matbaa işi ekseriyetle üzerimde idi. M. Emin Birinci hapisten sonra Ankara'ya dönmemişti. Rahmetli Atıf Ural da bazı sebeplerden dolayı hizmetini iyice azaltmıştı.
"Benim de Ankara'ya bir gün geç dönmem hizmetin aksamasına neden olabilirdi. Ondan dolayı Üstadın tokadına maruz kalmıştım. Üstad çok üzüldüğümü görünce benim gönlümü aldı.
"Benim dört Mustafam var' diye bana taltifli sözler söyledi.
"Üzüntüm zail olmuştu. Konuşma biter bitmez, 'Hemen Ankara'ya dön' dedi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://risaleforum.yetkin-forum.com
saidler
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler


Mesaj Sayısı : 251
Yaş : 64
Nerden : istanbul
Kayıt tarihi : 16/10/08

RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Empty
MesajKonu: Geri: RİSALE İ NURDA TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR?   RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Icon_minitimeSalı Ara. 23, 2008 6:03 am

MEHMED ÇALIŞKAN
"Hoca dede, hoca dede"
"Emirdağ'da o zamanlar Üstadın faytonundan başka bir fayton yoktu. 'Fayton geliyor!' diyerek çocuklar yollara düşerdi. üstadın arkasından koşarlar, karşılarlardı. 'Hoca dede, hoca dede' deyip! Üstadın ellerini öperlerdi. Üstad da çocukları görünce arabayı durdurup, 'Çocuklar bana dua edin' diyerek onları severdi.
"l946 senesiydi. Bir gün kırlarda gezerken Üstad Ceylân'a, 'Param olsaydı küçük bir taksi alır, medreseleri gezerdim' demiş. Üstadın bu sözünü Ceylân, Hüsrev Ağabeye söylemiş. Hüsrev Ağabey de 'Bu bir emirdir, derhal taksi alınsın' demişti. 946'larda para topladık. Emirdağ, Konya, İnebolu gibi yerlerden alınan biner liradan toplam altı bin lira olmuştu. Tahirî Mutlu Ağabeyin de olduğu bir heyet halinde İstanbul'a gittik. Taksim'den Austin tipi siyah bir taksiyi 6800 liraya aldık. Acenteye parayı yatırdık. Araba orada olmadığı için, Bursa acentesinden alacaktık. Emirdağlı terzi Mustafa Tahirî Mutlu Ağabey, Ahmed isminde bir de şoför bulup, dört kişi olarak taksiyle Eskişehir'e kadar gelmiştik. Bende büyük bir endişe başlamıştı. Acaba münafıklar taksiyi grünce neler diyeceklerdi? Ben faturayı kendi üzerime yaptırmıştım. "Ticaret için aldım' diyecektim.
"Biz bütün bu işlerden Üstada en ufak bir haber bile vermemiştik. Kendisi de birşey dememişti. Arabayı gece bahçeye çektik. Tahirî Mutlu Ağabeyin 'Kardeşim, artık Üstadın haberi olması lâzım,' sözü üzerine, kendisini Üstada gönderdik. Üstad güleryüzle karşılamamış, 'Kısmetse' diye cevap vermiş.
"Sabah erkenden, 'Ceylân'ı bana çağırın' diye haber göndermiş, iki satır da yazı yazdırmıştı:
"Bu araba derhal geldiği yere gitmeli. Aksi takdird hem benim, hem de sizin tokat yeme ihtimali var."
"Ceylân bu haberi getirince korktuk. Tahirî Ağabeye 'Sen bilirsin' dedik. Arabayı Konya'ya, Halıcı Sabri'ye gönderdik. Onlar da az bir farkla başkasına satmışlardı. Araba meselesi böylece kapanmakla kalmamıştı. Dedikoducular arabayı iyice görmedikleri halde yine de ortalığı karıştırmışlardı.
"Sorgu hakimi bana,
"Araba gelmiş Hoca Efendiye. Hangi devletten ve daha neler geldi? Söyle bakalım' demişti.
"Ne kadar anlattık, nafile, Tabiî ki, tahkikatın neticesi boş çıktı, neticede beraat ettik.
"Üstad o gece ihtar almış, bunu kendisi Ceylân'a söylemişti. Manevî bir canipten Hazret-i Ali Efendimiz ile Abdülkadir Geylânî Hazretleri gelip 'Şimdi bu arabaya binmenin zamanı değil' diye söylemişler.
Evvelce, hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı uhreviyeye tercih etmeye dair yazılan iki parçaya tetimmedir.
Bu acip asrın hayat-ı dünyeviyeyi ağırlaştırması ve yaşamak şeraitini ağırlatması ve çok etmesi ve hâcât-ı gayr-ı zaruriyeyi görenekle, tiryaki ve müptelâ etmekle hâcât-ı zaruriye derecesine getirmesiyle hayatı ve yaşamayı, herkesin her vakitte en büyük maksat ve gayesi yapmıştır. Onunla hayat-ı diniye ve ebediye ve uhreviyeye karşı ya set çeker, veya ikinci, üçüncü derecede bırakır. Bu hatâsının cezası olarak öyle dehşetli bir tokat yedi ki, dünyayı başına cehennem eyledi.
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Bize karşı bu geniş ve ehemmiyetli hücum ve tecavüzün hakikî sebebi Beşinci Şua olmadığını, belki Hizbü'n-Nurî ve Miftahü'l-İman, Hüccetü'l-Bâliğa olduğunu bu fecirde bir ihtar-ı mânevî ile hissettim. Dikkatle Hizb-i Nurî'yi kısmen okudum, Miftah'ı da düşündüm. Bildim ki, zındıklar, küfr-ü mutlak mesleğini bu iki keskin elmas kılıçların darbelerine karşı muhafaza edemediklerinden, bir parça az siyasetle münasebeti bulunan Beşinci Şuâyı zâhirî bir sebep gösterdiler, hükümeti iğfal edip aleyhimize sevk ettiler.
Aynen bu ihtarla beraber hatıra geldi ki: "Bir kısım zayıf kardeşlerimiz muvakkaten vazgeçseler, belki kendileri bu belâdan kurtarılır" diye izin vermek istedim. Birden ihtar edildi ki:
Bu derece alâkası devam eden ve iki defa bu imtihana giren ve mukabilinde bu kadar zahmet çektikten sonra faydasız, zararlı, kalben vazgeçmek değil, belki yalnız onları aldatmak için sırf zâhirî bir içtinap gösterebilir. Yoksa hem kendine, hem bizlere, hem kudsî mesleğimize zararı dokunur; cezası olarak, aksi maksadıyla tokat yer.
Bir vakit Tosya'dan Kastamonu'ya gelirken, beraberimde Risale-i Nur'un Lem'a ve Şualar'ı vardı. Haşre ait bir mebhas okuyordum. Kamyon yokuşları tırmanıyordu. Havanın ve makinenin harareti bana ağırlık ve fikrime de "Bu Risale-i Nur muazzam bir mucize-i Kur'âniyedir. Başka sahada mucize gösterebilir mi? Halbuki mucize, Enbiya Aleyhimüsselâma mahsustur. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan sonra mucize gösterilmeyecektir" mülâhazası esnâsında kamyon müthiş sadmelerle üç takla, yirmi beş otuz metreden aşağıya yuvarlandık. Şehadet getiriyordum. Yaralı mıyım diye kendimi yokladım. Yüz bin şükür, hiçbir yaram yok. Korkarak doğruldum. Şoförün kafası, gözü parçalanmış, "ah, of" çekiyor. Etrafımı tetkik ettim; şoför tarafındaki kapı ve camlar hurdahaş olmuş. Benim tarafımdaki ince cam bile kırılmamış. O anda bunun büyük bir keramet olduğunu, mucize olmadığını ve bir daha böyle maceralı şeyleri tefekkür etmemek için kerametkârâne gaybî bir tokat olduğunu anladım.
Risale-i Nur şakirtlerinden Salâhaddin Çelebi
Aziz, sıddık kardeşlerimiz,
Evvelâ: Leyâli-i aşerenizi tebrikle beraber, size Nur'un iki kerametini beyan ediyoruz. Şöyle ki: Bu sıralarda çok cihetlerde, hususan makine ile Nurların inkişafatı, gizli düşman zındıkları şaşırttı. Cüz'î, fakat elîm bir tarzda bir plânla, çok evhama ve iftiralara medar olabilir bir hâdiseyi, bir biçare muhakemesiz bir adamın vasıtasıyla yaptırdılar ki, burada Nurun en mühim ve vazifesi en ehemmiyetli bir şakirdini, tam hanesinin yanında dört gülle ile, o biçare adam yaralanıyor. Doktor "Yüzde yüz ölecektir" diyor. O mecruhun tarafında dâvâ edecek, resmî, gayr-ı resmî çok adamlar varken
________________________________________
Emirdağ Lâhikası (1) - Mektup No: 204 - s.1792
ve yüzde doksan o ehemmiyetli şakirde isnad etmek ve o vesileyle hanesindeki bütün Nur Risalelerini ve mektuplarını taharrî bahanesiyle elde etmek yüzde doksan ihtimali varken ve o vasıtayla beni ve Nurcuları alâkadar etmek ve o mâsum şakirdi de acip iftiralarla lekedar etmek, esbaplar olduğu halde Sen Cenab-ı Hakkın inayetiyle korunmaktasın. sırrıyla yine inayet-i İlâhiye imdada yetişti. O adam tam yüzünden dört gülle ile yakından vurulduğu halde ölmedi. Ve harika bir surette hiçbir şahit bulunmadı. Hiçbir emare bulunmadı. O vurulan adam, ne mahkemeye, ne babasına, ne kardeşlerine, kim vurduğunu, ısrar ettikleri halde söylemedi, yani söylettirilmedi. Eğer söyleseydi, habbeyi kubbe yapan münafıklar, acip iftiralar edeceklerdi.
Cenab-ı Hak, ihsan ve keremiyle Nurları ve Nurcuları himaye edip, o hâdise ve o bombanın patlaması bize zarar vermedi. Kat'î kanaatimiz gelmiş ki, bu bir keramet-i Nuriyedir.
Hem o adam Nurların bir parçasını okuduğu cihetiyle, onun kerametiyle hayatını kurtardığı gibi, ondan aldığı cüz'î bir ders-i hakikat hissiyle, o elîm vaziyetinde ve inatçı tabiatında, yine Nurlara zarar gelmemek için susturuldu. Ne mahkemeye, ne akrabasına söylettirilmedi. Fakat benim yanıma bir defa geldiği ve istikamete söz verdiği halde, yanlış hareket ettiği için tokat yedi. Hattâ ithama mâruz olabilir şakirdin de, kemâl-i sadakat ve ihlâs içinde bazı lâkaytlıkları yüzünden bir şefkat tokadı yediğini anladık.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://risaleforum.yetkin-forum.com
saidler
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler/hamzalar/ömerler/
saidler


Mesaj Sayısı : 251
Yaş : 64
Nerden : istanbul
Kayıt tarihi : 16/10/08

RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Empty
MesajKonu: Geri: RİSALE İ NURDA TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR?   RİSALE İ  NURDA  TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR? Icon_minitimeSalı Ara. 23, 2008 6:03 am

Ey heyet-i hâkime! Risale-i Nur'un hedefi dünya olsaydı veya bir maksad-ı dünyevî, içinde niyet edilseydi yüz yirmi risale içinde, nazarınızda on binler medar-ı tenkit noktalar bulunacaktı. Böyle yüz yirmi bin tatlı meyveler içinde, sizce sulfato gibi acı gelmiş yalnız on beş meyveler bulunmasıyla o mübarek bahçeyi yasak etmek ve bahçe sahibini mes'ul etmek caiz olabilir mi? Adaletperver olan vicdanınıza havale ediyorum. Ben son müdafaatımda beyan etmişim ki, otuz senedir, Avrupa filozoflarına ve Avrupa filozofları hesabına dahilde, ecnebî dolapları hesabına çalışan mülhidlere karşı muaraza ederek cevap vermişim ve veriyorum. Muhatabım, ekseriya nefsimden sonra onlar olduğunu, risalelerimi takip eden anlar. Şimdi ben sizlerden soruyorum: Böyle Avrupa filozoflarının başına ve ecnebî entrikaları hesabına çalışan dinsiz herbir mülhidin yüzüne indirdiğim kuvvetli ilmî bir tokat, hangi suretle hükûmet hesabına geçiyor? Böylelere ait olan tokadı hükûmet hesabına almak bizim havsalamız almıyor ve ihtimal de vermiyoruz. Hükûmet namına ve kanun hesabına bu haklı ilmî tokatları medar-ı mes'ul tutmak değil; belki hükûmet-i Cumhuriyenin hürriyetperverliği, bu tokatları alkışlar.
Üstadımızı ziyarete gelip de görüşemeyenlerin ve biz görüştürmeden gidenlerin hatırları kırılmamak için, Üstadımızın gizli harika bir ahvâl-i ruhiyesini beyan etmeye mecbur olduk. Hattâ bugün bir parça dikkatsizlik ettiğimizden, gayet çok muhtaç olduğu hizmetimize nihayet vermek niyet ettiği halde, şimdiki yazacağımız şey hatırına geldi; bizi de affetti, helâl etti.
İşte hakikat budur:
Biz de kat'iyen anladık ki, Üstadımız ekser hayatını tecerrüdle geçirdiği gibi, bütün hayatında hediyeleri kabul etmemek ve mukabilsiz hediyeler onu hasta etmek gibi, şimdi hürmet ve dostluk cihetiyle onunla görüşmek, ona gayet ağır geliyor. Hattâ mükerreren biz de anladık. Musafaha etmek, elini öpmek, kendine tokat vurmak gibi, ruhen müteessir oluyor. Ve ona bakmaktan, dikkat etmekten de şiddetle müteessir oluyor. Hattâ hizmetinde biz bulunduğumuz halde, zaruret olmadan bakamıyoruz.
Bunun sırrı ve hikmetini kat'iyen anladık ki, Risale-i Nur'un esas mesleği hakikî ihlâs olmak cihetiyle, şimdiki tezahür, sohbet etmek, fazla hürmet etmek, bu enaniyet zamanında bir nefisperestlik, riyakârlık, tasannu alâmeti olmak cihetiyle ona şiddetle dokunuyor. Çünkü der:
"Benimle görüşmek isteyen, eğer âhiret için, Risale-i Nur için ise, Risale-i Nur bana kat'iyen ihtiyaç bırakmamış. Milyonlar nüshası her birisi on Said kadar fayda veriyor. Eğer dünya cihetiyle ve dünyaya ait işler için görüşmek ise, o, dünyayı şiddetle terk ettiği için, dünyaya dair şeyleri mâlâyani, vakti zâyi etmek olduğu için cidden sıkılır. Eğer Risale-i Nur'un hizmetine, intişarına ait olsa, bana hizmet eden hakikî fedakâr talebelerim ve mânevî evlâtlarım ve kardeşlerim benim bedelime görüşmeleri kâfi; bana hiç ihtiyaç yok."
Uzun yerlerden, uzak memleketlerden gelenlerle beraber başka kardeşlerimizin de hatırları kırılmasın. Çünkü, on seneden beridir her sabah okuduğu ve başkaları onu tevkil ettiği evrad okumasında sevabı bağışladığı vakit der ki:
"Yâ Rabbi! Benimle görüşmek için gelip görüşmeden dönenlerin defter-i a'mâline de yazılsın" diye ruhlarına hediye ediyor. Üstadımızın bu hâlini kardeşlerimize beyan ediyoruz.
Şimdi Risale-i Nur'un fevkalâde fütuhatı ve âlem-i İslâmda dahi fevkalâde bir hüsn-ü kabule mazhar olması hengâmında, düşmanlar dahi dostlara inkılâp ettiği bir zamanda Risale-i Nur'un âzamî ihlâsını-ki rıza-yı İlâhîden başka dünyevî, uhrevî hiçbir rütbeye, makama âlet etmemek-muhafaza için, dehşetli bir merdumgiriz, yani, insanlardan tevahhuş ve sesi çıkmamak ve konuşmamak hastalığı ve elini öpmek, ona âdetâ bir tokat vurmak gibi dokunmak vaziyeti, kat'iyen bize kanaat verdi ki, bu bir istihdam-ı Rabbânîdir. Hattâ bu hakikatlerin izharına vesile olan bir şahsı da Üstadımız helâl etti.
Kardeşlerim, belki ben öleceğim. Bu zamanın bir hastalığı daha var; o da benlik, enaniyet, hodfuruşluk, hayatını güzelce medeniyet fantaziyesiyle geçirmek iştahı, tiryakilik gibi hastalıklardır. Risale-i Nur'un Kur'ân'dan aldığı dersin en birinci esası benlik, enaniyet, hodfuruşluğu terk etmek lüzumudur. Tâ ihlâs-ı hakikî ile imanın kurtarılmasına hizmet edilsin. Cenab-ı Hakka şükür, o âzamî ihlâsı kazananların pek çok efradı meydana çıkmış. Benliğini, şan ve şerefini en küçük bir mesele-i imaniyeye feda eden çoktur. Hattâ Nurun biçare bir şakirdinin düşmanları dost olduğu vakit onunla sohbet etmek çoğaldığı için, rahmet-i İlâhiye cihetinde sesi kesilmiş. Hem de ona takdirle bakanlar isabet-i nazar hükmüne geçip onu incitiyor. Hattâ musafaha etmek de tokat vurmak gibi sıkıntı veriyor.
* Bizim muradımız, medeniyetin mehasini ve beşere menfaati bulunan iyiliklerdir. Yoksa, medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki, ahmaklar o seyyiatları, o sefahetleri mehasin zannedip taklit edip, malımızı harap ettiler. Medeniyetin günahları, iyiliklerine galebe edip, seyyiatı hasenatına racih gelmekle, beşer iki Harb-i Umumi ile iki dehşetli tokat yeyip, o günahkâr medeniyeti zîr ü zeber edip öyle bir kustu ki, yeryüzünü kanla bulaştırdı. İnşaallah, istikbaldeki İslâmiyetin kuvvetiyle, medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek.
(Müellif-i muhteremi sonradan ilâve etmiştir.)
"Bana karşı mukavemetiniz beyhudedir. Müttefikiniz beraberken yapamadığınız şeyi şimdi nasıl yapacaksınız?"
Şu vesveseye karşı deriz:
En ziyade hile ve fitne kuvvetiyle ayakta duran azametli kuvvetin bizi ye'se düşürmüyor.
Evvela: Hile ve fitne, perde altında kaldıkça tesir eder. Zâhire çıkmakla iflâs eder, kuvveti söner. Perde öyle yırtılmış ki, senin yalan, hile, fitnen hezeyana, maskaralığa inkılâp edip akim kalıyor. Bu defaki Anadolu'ya karşı...... gibi...
Saniyen: O kof kuvvetin yüzde doksanı sana karşı itilâf kabul etmez. Muhâsım bir cereyan, atâlete mahkûm ediyor. Fazla kalan kuvvetinle dert ve dermanda müşterek olan âlem-i İslâmı susturacak, depretmeyecek derecede eskisi gibi bir istibdat altında tutmaya ihtimal versen, şeytan iken eşeğin eşeği olursun!* Hey ekpekü'l-küpekâ! Köpekten tekepküp etmiş köpek!
* Allah kimseyi şaşırtmasın, şaşırtırsa süründürmesin, süründürürse çektirmesin, çektirirse rezil etmesin, rezil ederse perişan etmesin, perişan ederse sersem âvâre etmesin.

Salisen: Madem ki öldürüyorsun. Ölmek iki suretledir:
Birinci suret: Senin ayağına düşmek, teslim olmak suretinde ruhumuzu, vicdanımızı ellerimizle öldürmek, cesedi de güya ruhumuza kısasen sana telef ettirmektir.
İkinci suret: Senin yüzüne tükürmek, gözüne tokat vurmakla ruh ve kalbimiz sağ kalır, ceset de şehit olur. Akide faziletimiz tahkir edilmez; İslâmiyetin izzetiyle istihza edilmez.
Elhasıl: İslâmiyet muhabbeti, senin husumetini istilzam eder. Cebrail, şeytan ile barışamaz.

Bu gelen şuhur-u selâsenin hürmetine ve Nur şakirtlerinin sadakat ve ihlâslarının hürmetine, çok ehemmiyetli hakkımda bir sebeb-i itab ve tokat bir hâdiseyi tamire çalışacağız. Ve gücenmeyiniz. Şöyle ki, bu gece hiç görmediğim bir itab, bir tâzip suretinde mânevî bir şiddetli ihtar ile denildi ki: "Dünyaya, zevke, keyfe tenezzül etmemekle Nurlardaki ihlâs ve istiğnâyı muhafazaya mükelleftin. Ve bu asırda
"Onlar dünya hayatını severler." İbrahim Sûresi, 14:3. sırrıyla dünyayı dine tercih etmek ve bilerek elması şişeye tebdil etmek olan hastalığa, Nur vasıtasıyla çalışmaya vazifedardın. Yüz tecrübenizle de anladın ki, insanların hediyeleri, ihsanları, yardımları, sana dokunuyor, hattâ seni hasta ediyor. Hergün eserini, tecrübesini görüyorsun. Senin en ziyade itimad ettiğin ve Risale-i Nur'un fedakâr kahramanlarının yüzlerini Risale-i Nur'un hizmetinden ziyade kendi istirahatine çevirmeye sebebiyet verdin, ilââhir..." diye daha mânen çok söylenildi diye beni tam tekdir etti. Hattâ şimdi bir mânevî tokattan dahi korkuyorum. Bu hâdisenin çare-i yegânesi, bu otomobili alan sizler ilân edeceksiniz ki, "Bu kardeşimiz Said, bunu kabul edemedi, mânevî, dehşetli bir zarar hissetti."
O kabir, bu dâr-i fâniden firâk-ı ebedî ile ebedü'l-âbâd yolunda kurulmuş, açılmış evvelki menzil ve birinci kapıdır. Ve bu bağlandığım ve meftun olduğum şu dâr-ı dünya da, kat'î bir yakîn ile anladım ki, hâliktir gider ve fânidir ölür. Ve bilmüşahede, içindeki mevcudat dahi, birbiri arkasından kafile kafile göçüp gider, kaybolur. Hususan benim gibi nefs-i emmâreyi taşıyanlara şu dünya çok gaddardır, mekkârdır. Bir lezzet verse, bin elem takar, çektirir. Bir üzüm yedirse, yüz tokat vurur.
Eğer resmî adamlar bazı yeni kanunlara yanlış mânâlar verip bir iki satırına ilişseler, benim bedelime deyiniz ki: "Bir adamın hatâsıyla yirmi bin komşusu cezalandırılır mı, hapsedilir mi? Dünyada böyle hükmeden hiçbir kanun var mı?"
İşte her sayfası yirmi satır olan beş yüz sayfalık bir kitabın bir satırında bir adama şiddetli tokat vurmuşsa, evvelâ, isim muayyen değil, orada mesuliyet yok... Şayet olsa da, sansür gibi o satır silinir. O kitabı müsadere etmek, on bin adamı hapse sokmak gibi kâinatta işitilmemiş bir kanunsuzluk, bir zulüm olduğu gibi, öteki yirmi bin satırlar şimdiye kadar yirmi bin adamın imanını kuvvetlendirdiği cihetle, yirmi bin hasene ve iyilik olduğundan, elbette o hatâyı ve seyyieyi affettirir.
Ben şiddetli hasta olmasaydım daha konuşacaktım. Siz hizmetkârlarım tashih ve ıslah edersiniz. Hattâ münasip görseniz, mânen polislerin bir vazifesini gören Risale-i Nur'un âsayiş hizmetinde polislere büyük bir kuvvet olan derslerine polisler herkesten ziyade taraftar olmak lâzım gelirken, şimdi resmen taharri memuru suretinde, polislik aleyhinde olan bu hizmeti polislere vermeye ruhum razı değil. Onlara umumen hakkımı helâl ettiğimi söylersiniz.
Neam, Sâni-i Hakîm ve Rahmânü'r-Rahîmin rahmeti ise, cemî niamı nimet eden ve nikmetlikten halâs eden ve kâinatı firak-ı ebedîden hasıl olan vaveylâlardan halâs eyleyen saadet-i ebediyeyi nev-i beşere verecektir. Zira, şu herbir nimetin reisi olan saadet-i ebediyeyi vermezse, cemî nimetler nikmete tahavvül ederek, bizzarure ve bilbedahe ve umum kâinatın şehadetiyle sabit olan rahmeti inkâr etmek lâzım gelir.
İşte, ey birader, mütenevvi olan nimetlerden yalnız muhabbet ve aşk ve şefkate dikkat et. Sonra da firak-ı ebedî ve hicran-ı lâyezâlîyi nazara al. Nasıl o muhabbet, en büyük musibet olur? Demek hicran-ı ebedî, muhabbete karşı çıkamaz. İşte, saadet-i ebediye, o firak-ı ebediyeye öyle bir tokat vuracak ki, adem-âbâd hiçâhiçe atacaktır.
Madem Risale-i Nur, makine ile taammüm etmeye başlamış ve madem felsefe ve hikmet-i cedideyi okuyan mektepliler ve muallimler çoklukla Risale-i Nur'a yapışıyorlar; elbette bir hakikat beyan etmek lâzım geliyor. Şöyle ki:
Risale-i Nur'un şiddetli tokat vurduğu ve hücum ettiği felsefe ise mutlak değildir. Belki muzır kısmınadır. Çünkü felsefenin hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye ve ahlâk ve kemâlât-ı insaniyeye ve san'atın terakkiyatına hizmet eden felsefe ve hikmet kısmı ise, Kur'ân ile barışıktır. Belki Kur'ân'ın hikmetine hâdimdir, muaraza edemez. Bu kısma Risale-i Nur ilişmiyor.
"Ey müdde-i umumî! Eğer bin müdde-i umumî, bin emniyet müdürü kadar âsâyişin teminine Risale-i Nur hizmet etmemişse, Allah beni kahretsin. Siz de bana ne ceza verirseniz verin" dedim. O bu sözüme karşı hiçbir çare bulamadı.
Yalnız bir iki sene sonra Nurun bir küçük talebesi Risale-i Nur'a zarar gelecek zannıyla kendini intihar edecekti ki, tab ettiği bir küçük risaleye zarar gelmesin. Sonra Üstadı onu men etti ve küçücük bir hadise oldu ve ikisi de barıştırıldı.
Halbuki bir Üstadın on tane fedakâr talebesi bulunsa-hattâ biri selâm etmiş tokat vurulmuş, biri elini öpmüş tahkir edilmiş-hiçbir fedakârı, âsâyişe ilişmemek için sükût etmişler. Said'den işitmişler ki, "Benim yüz ruhum olsa âsâyişe feda ediyorum." Onun için

"Milletin efendisi, onlara hizmet edendir." el-Mağribî, Câmiu'ş-Şeml, 1:450, Hadis no: 1668; el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 2:463. kanun-u esasiyesiyle, beş câni yüzünden doksan mâsuma zarar gelmemek, bir câni yüzünden on mâsum çoluk çocuk, peder ve validelerine zulmetmemek için, Risale-i Nur iman hizmetiyle beraber âsâyişi tamamıyla temin edip herkesin kalbinde fenalığa karşı bir yasakçı bırakıyor. Ben de bin ruhum olsa, Kur'ân'ın bu kanun-u esasiyesine feda ettiğimi Tarihçe-i Hayat ispat ediyor ve meydandadır. Ve mahkemeler de kabul etmişler.
Hattâ tezahüre bir riyakârlık, bir hodfuruşluk, bir enaniyet mânâsını verip halklarla görüşmeyi de terk ettiği ve rahmet-i İlâhînin ihsanıyla sesi de kesilmiş ki, dostlarla görüşmeye mecbur olmasın ve hatırları da kırılmasın.
Said Nursî
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://risaleforum.yetkin-forum.com
 
RİSALE İ NURDA TOKATLAR KİMLER DAVAYA İHANETTE NE HALE GELİR?
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Risale-i Nurda Mustafa Kemal Hakkında Bilgi Verirmisiniz
» Risale i Nurda Ebced ve Cifir ilimi ile alakadar bilgi verebilirmisiniz?
» Risale-i Nur Nasıl Bir Tefsirdir?
» risale i nur da liderlik varmıdır ?
» Risale-i Nur Muvacehesinde Nelerden Kaçmalıyız?

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
RİSALE-İ NUR FORUM  :: HAKKIMIZDA MERAK ETTİKLERİNİZ İSTİŞARE VE MEŞVERET PLATFORMU :: RİSALE-İ NUR SORU CEVAB-
Buraya geçin: